top of page

Güncel Bilim

Evrenin sırlarından en son teknolojik gelişmelere, doğanın mucizelerinden geleceği şekillendiren yeniliklere kadar bilim dünyasındaki tüm gelişmeleri yakından takip edin! Güncel keşifler, çığır açan araştırmalar ve merak uyandıran bilimsel olaylar, en doğru ve anlaşılır şekilde burada sizlerle buluşuyor. Bilime dair her şeyi keşfetmek için bizi takip edin, bilgiyi birlikte büyütelim

image.png

Bir gramı 5195 milyar TL'ye eşit olan yeni bir elementin keşfi

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
02.04.2025


 

Bilim adamları, yeni keşfedilen maddenin otomotiv dünyasında devrim yaratmasını bekler. Değerinin 106 milyon sterlin olduğu tahmin edilir. Tam karşılığı (5195371640,00 TL). Değeri, daha önce keşfedilen tüm maddelerinin fiyatlarını aştı. Yakın zamana kadar insanlar altın, elmas, lityum ve paladyum gibi maddelerin dünyanın en pahalısı olduğuna inanıyorlardı.

image.png

on olarak, bilim adamları, dünyanın en pahalı ve değerli olduğunu düşündükleri keşfedilen maddesi açıkladılar.

image.png

Tabii ki, iyi bilindiği gibi, çoğu bilimsel araştırma Amerika Birleşik Devletleri'nde yürütülmektedir. Aynısı yeni keşfedilen madde için de geçerlidir; Amerika Birleşik Devletleri'nden bilim adamları bu teknoloji üzerinde hızla çalışmaya devam eder.Bilim adamları, yeni keşfedilen malzemenin şu anda dünyanın en pahalı ve değerli olduğunu açıkladılar. Bir gramının değeri 106 milyon sterlin ( 5195 milyar Türk Lirası) olarak tahmin edildi. Nitrojen atomuna dayanan yeni maddeye Endohedral Fulleren adı verildi.

image.png

Bilim adamları, bu maddenin teknolojinin geleceğini tamamen değiştireceğine inanırlar; Ayrıca bu maddenin birçok alanda devrim yaratmasını bekliyorlar.

image.png

Ayrıca, Bilim adamları bu maddenin otomotiv dünyasında devrim yaratmasını bekliyorlar. Özellikle sürücüsüz araçlar için büyük bir devrim yaratabileceğine inanıyorlar.

image.png

Araştırmacılar, mevcut GPS sistemlerinin sadece birkaç metrelik bir hassasiyet sağladığına dikkat çeker ve bunu otonom araçların güvenli sürüşü için yetersiz bulurlar.

image.png

Ayrıca bu hassasiyet, küçük atom saatleri kullanılarak milimetreye düşürülebilir. Bu buluş sayesinde bilim adamları, tünellerde veya GPS sinyali zayıf olan alanlarda bile otonom araçları güvenli bir şekilde izlemenin mümkün olacağını bekliyorlar. Bu, sürüş kontrolünü daha güvenli hale getirir. Nerede araç üretiminde bu maddenin kullanılarak farklı bir boyuta ulaşılması beklenmektedir.

image.png

Bu araştırma projesinden bahseden bilim adamları, sonuçların ortaya çıkmasının birkaç yıl alacağını söyledi. Ancak nihai ürünün taşınabilir cihazlara yerleştirilebilecek kadar küçük olacağını vurguladılar.

image.png

Bu modern teknolojinin çeşitli alanlarda devrim yaratacağı doğrudur, ancak bunun hakkında konuşmak için henüz çok erken çünkü araştırmalar hala devam ediyor ve bu teknolojinin günlük hayatımıza girmesi birkaç yıl alabilir.

image.png
image.png
image.png

Son olarak, elmas, platin veya altın gibi değerli madenlerin bile bu maddenin fiyatı ile rekabet edemeyeceğine dikkat edilmelidir.

Kaynak:https://www.aydinlik.com.tr/fotogaleri/dunyanin-en-degerli-maddesi-bulundu-devrim-yaratacak-grami-5195-milyar-tl-518073
 

image.png

Yeni bir bilimsel devrim: düşünceleri gerçek zamanlı olarak duyulabilir kelimelere dönüştüren cihaz

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
01.04.2025


 

Bilim adamları, zihindeki konuşma ile ilgili düşüncelerin gerçek zamanlı olarak duyulabilir kelimelere dönüştürülmesini sağlayan bir cihaz geliştirdiler.

Bilim adamları, zihindeki konuşma ile ilgili düşüncelerin gerçek zamanlı olarak duyulabilir kelimelere dönüştürülmesini sağlayan bir cihaz geliştirdiler.Geleneksel şekilde konuşmaya alternatifler bulmak ve konuşma yeteneğini kaybetmiş hastalara yardımcı olmak amacıyla bilim adamları konuyla ilgili araştırmalarına devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri'nden bilim adamları, beyin aktivitesini sese dönüştüren yapay zeka modeliyle eğitilmiş yeni bir cihaz icat ettiler. Cihaz, 18 yıl önce felç geçirdikten sonra konuşma yeteneğini kaybetmiş 47 yaşındaki bir kadının beynine yerleştirildi.Bilim adamlarının dediği gibi yeni icat edilen cihazı ayıran şey, doğrudan beynin konuşma merkezine yerleştirilmiş olmasıdır. Cihaz, beynin bu bölgesinden gelen sinyalleri sürekli olarak analiz eder.Bilim adamları cihazın nasıl çalıştığını şu şekilde açıklar: Deneyde bilim adamları, hastanın düşüncelerini gerçek zamanlı olarak duyulabilir kelimelere çevirmelerine yardımcı olmak için felçten önce hastanın ses kayıtlarını kullanarak oluşturdukları bir ses bileşiğini kullandılar. Hasta zihnindeki belirli cümleleri görselleştirdiğinde, araştırmacılar beynindeki sinyalleri elektrotlar aracılığıyla kaydettiler ve düşünceleri gerçek zamanlı olarak duyulabilir kelimelere dönüştürdüler.Bilim adamları, yeni cihazın hala deney aşamasında olduğuna dikkat çekiyorlar, ancak bir gün konuşma yeteneğini kaybedenlerin bir şekilde konuşmalarına yardımcı olabileceğine inanıyorlar.Son olarak, çalışmanın ayrıntılarının Nature Neuroscience dergisinde yayınlandığına dikkat edilmelidir.

Kaynak:https://www.cumhuriyet.com.tr/bilim-teknoloji/bilim-insanlari-dusunceleri-gercek-zamanli-sesli-kelimelere-2314693
 

16 Bin Yıl Önce  Bir İnsanın Yüzü

Üç boyutlu teknolojiyi kullanan Çin'deki bilim adamları, 16 bin yıl önce yaşayan bir kişinin yüzünü yeniden inşa edebildiler.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
31.03.2025


 

image.png

Modern dijital teknolojiyi ve üç boyutlu teknolojiyi kullanan bilim adamları, 16 bin yıl önce yaşamış tarih öncesi bir insanın yüzünü yeniden yaratmayı başardılar. Dijital ortamdaki canlandırılan yüz de, yuvarlak çizgiler, dar göz çizgisi ve düz burun yapısına dikkat çekti.Araştırma, erken dönem insan fizyolojisi ve güney Çin'deki yüz özelliklerinin evrimi hakkında ipuçları sağladı. Araştırma Journal of Archaeological Science dergisinde yayınlandı.Güney Çin'de bulunan fosilden bahseden Guangxi kültürel Eserleri Koruma ve Arkeoloji Enstitüsü'nden araştırmacı Xie guangmao, bu fosilin güney Çin'de bulunan ve bölgedeki insanlık tarihinin güvenilir bir şekilde incelenmesini sağlayan tek tam insan kafatası fosili olduğunu söyledi. Xie, bu fosilin erken insanların çeşitliliği üzerine yapılan çalışmalar için büyük değer taşıdığını da sözlerine ekledi. Tarih öncesi toplumlarda göç ve iletişim uygulamalarının incelenmesine ve Geç Paleolitik Çağda yaşayan insanların cenaze törenlerinin incelenmesine izin verecektir.Çin'in güneyindeki ilk adamın varlığına ilişkin araştırma projesinden Xie'nin sorumlu olduğunu belirtmekte fayda var. İlk insan yüzünün nasıl yeniden oluşturulacağını açıklayan Xie, araştırma ekibinin bilgisayar destekli yüz restorasyon yöntemini kullandığını söyledi. Ayrıca üç boyutlu bir modelleme programı yardımıyla yüksek hassasiyetli restorasyon çalışmaları gerçekleştirdiler.Son olarak uzmanlar, bu çalışmanın gelecekteki antropolojik araştırmalar için çok önemli bir referans olduğunu vurguladılar.

Kaynak:https://www.cumhuriyet.com.tr/bilim-teknoloji/16-bin-yil-once-yasamis-bir-insanin-yuzu-yeniden-olusturuldu-2314476
 

Pasifik Okyanusu: Yeni Bir Keşif

image.png

Pasifik Okyanusu çevresinde devam eden araştırmalarının bir parçası olarak, yüksek hassasiyetli araştırma modellerine dayanarak, bilim adamları manto tabakasında anomalilerin varlığını ortaya çıkardılar ve bu anomalilerin çeşitli kaynaklardan gelmesi muhtemel.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Keşfedilen bu yapılar hakkında daha fazla bilgi edinmek için araştırmaların hala devam ettiğini belirtmekte fayda var.
Bilim adamları, Dünya'nın manto tabakasının alt kısmındaki gizemli ve ilginç yapıları keşfetmeyi başardılar. Dünya'nın bu bölümünü incelemek için deprem kullanan jeologların bu keşfi yapması dikkat çekicidir. Pasifik Okyanusu'nun altındaki sismik dalgaların farklı hızlarda ve şekillerde hareket ettiği alanlar belirlenmiştir. Açıklığa kavuşturmak gerekirse, bilim adamları bu keşfedilen yapıların tam olarak ne olduğunu henüz bulamadılar. Ancak, bu yeni keşifler bilim dünyasını büyük bir soru işareti bıraktı. Bu yapılar hakkında belirlenenler yetersiz kalmaktadır: bilim adamları, çevredeki erimiş kayadan daha soğuk olduklarını veya tamamen farklı bir bileşime sahip olduklarını söylüyorlar.
ÇOK SAYIDA ANOMALİ 
Chip'e göre ilk hipotez, bilim adamlarının genellikle bu tür yapıları tektonik plakaların alt bölgelerine batırılmış malzemeler olarak görmeleridir. Ancak bu hipotezi çürüten şey, Pasifik Okyanusu'nun büyük bir tabak olduğu gerçeğidir. Günümüzde bu yapıların derinliklerdeki kökeni ve anlamının büyük bir gizem olduğu söylenebilir.
ETH Zürih jeoloji Enstitüsü'nde doktora öğrencisi ve çalışmanın ilk yazarı Thomas Schouten bu keşiflerden bahsetti. Yeni yüksek çözünürlüklü modeller sayesinde mantonun derinliklerinde birçok anormallik bulduklarını ancak yine de bu anormalliklerin neyi gösterdiğini tam olarak bilmediklerini söyledi.

Bilim adamları, bu soğuk bölgelerin yalnızca son iki yüz milyon yılda plakaların batmasından kaynaklanmadığına, büyük olasılıkla daha önceki zamanlardan kaldıklarına inanır.
Schouten, bu tür anomalilerin ortaya çıkması için iki hipotez öne sürmüştü. İki hipotezi şu şekilde açıkladı: ilk hipotez: yaklaşık dört milyar yıl önce mantonun oluşumuna silika bakımından zengin bir malzeme katıldı ve mantonun konvektif hareketlerine rağmen hayatta kalmayı başardı. İkinci hipotez ise, milyarlarca yıldır süren manto hareketleri sonucunda belirli bölgelerde demir bakımından zengin kayaçların biriktiğidir. 
Bu yapıların ne olduğunu anlamak için araştırma ekibi sismik dalgaların hızlarındaki farklılıkları kullandı. Bununla birlikte, dalga hızı ideal modeller kullanılarak ölçülse bile, yine de doğru bilgi vermekten uzaktır. Bu bağlamda Schouten, bu çalışmalarla daha net bir sonuca ulaşma umuduyla fiziksel parametreleri daha ayrıntılı hesaplamaları gerektiğini söyleyerek konuyu açıklıyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu araştırmayı içeren makalenin Scientific Reports dergisinde yayınlandığına dikkat edilmelidir. Bu makale, bu gizemli fenomeni keşfetmek ve açıklamak için önemli bir adımdır. Bununla birlikte, bu araştırmanın sonuçlarının, Dünya'nın mantosunun derinliklerinde yıllarca süren jeolojik hareketlerin sonuçlarına ışık tutmayı amaçladığı söylenmelidir. Pasifik Okyanusu altındaki bu yapıların ayrıntılarını anlamak için daha fazla araştırma yapmaya devam etmek önemlidir.

Kaynak:https://www.cumhuriyet.com.tr/bilim-teknoloji/pasifik-okyanusunda-aciklanamayan-yapilar-bulundu-2314212
 

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
30.03.2025


 

Küresel ısınmaya bağlı küresel iklim değişiklikleri ışığında, bilim adamları Victoria Gölü'nde meydana gelen anormal bir fenomen konusunda uyardılar. Göl, Afrika ve dünyanın en büyük tropikal gölüdür. Bilim adamları gölün hızla yeşile döndüğü konusunda uyarıyorlar.

Victoria Gölü

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
29.03.2025


 


Şu anda gölde olanlara siyanobakterilerin patlaması denir. Sözde ötrofikasyon süreci nedeniyle, bu fenomen üç ülkeye yayılır. Bilim adamları, bu fenomenin temel nedeninin, insan faaliyetleri nedeniyle gölde karışan tarımsal akımlar, endüstriyel atıklar ve atmosferik kirlilik olduğunu açıkladılar. Ayrıca bilim adamları, iklim değişikliğinin süreci hızlandırdığını söylerler. Son olarak, uzmanlar bu fenomenin devamlılığı konusunda uyarıyorlar. Gölde meydana gelen bu değişikliklerin gölün ekosistemine ve çevresinde yaşayan milyonlarca insana ciddi zararlar verebileceğine inanıyorlar.

Kaynak:http://www.dha.com.tr/dunya/viktorya-golu-yesile-donuyor-2609949
 

İnsan kanı sivrisinekleri öldürür

Özellikle hastalık vektörleri nedeniyle ortaya çıkan araştırma, sivrisineklerden kurtulmanın bir yolunu bulmaya yardımcı olabilecek sonuçlar verdi. Araştırma sonuçları, kan emen sivrisineklerin felç olup ve ölür söyler.

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
28.03.2025


 

Sıtma, sivrisineklerin yaydığı ölümcül hastalıklardan biridir. Sıtma hala dünya çapında milyonlarca insanı etkileyen bir salgın. Sıtmayı tedavi etmek için bilim adamları çok fazla araştırma yaptılar ve bu da onunla savaşmanın yeni bir yolunu keşfetmelerine yol açtı. Bilim adamları, nadir hastalıkların tedavisinde kullanılan ilacın sivrisinekler tarafından kanın sindirimini durdurduğunu ve bu da onların ölümüne yol açtığını bulmuşlardır.

İlaç nitisinon, sivrisinekleri baskılayarak sıtmanın yayılmasını önleyebilir. Bu, Science Translational Medicine dergisinde yayınlanan çalışmada belirtilmiştir. Liverpool Tropikal Tıp Okulu'ndan Lee Haines, araştırma sonuçları hakkında şunları söyledi: “Kan emen böcekleri engellemenin bir yolu, hayvanların ve insanların kanını bu böcekler için toksik hale getirmektir. Bulgularımız, nitisinon kullanımının sıtma gibi böcekler tarafından yayılan hastalıkların kontrolünde etkili bir araç olabileceğini gösteriyor.” Son olarak Haines, araştırmanın önemine dikkat çekti.

 

 

Nitisinon genellikle alkaptonüri ve tirozinemi 1 gibi nadir genetik hastalıkların tedavisinde kullanılır. İlaç, vücuttaki 4 - hidroksifenilpiruvat deoksijenaz enziminin etkisini durdurur. İlacın sivrisinekler üzerinde kullanımı üzerine yapılan araştırmaların sonuçlarına gelince, bu ilacı sivrisinekler tarafından almanın kanın sindirimini engellediğini ve böceklerin kısa sürede felç olup öldüğünü buldu.
 

İvermektin, daha önce sıtma ile mücadelede kullanılan bir ilaçtır. Bu ilaç sivrisineklerin ömrünü kısaltır ve hastalığın yayılmasını önler. Ancak bunun yanı sıra çevre ve direnişin gelişimi üzerinde olumsuz etkileri vardır. Bu nedenlerden dolayı bilim adamları yeni alternatifler bulmaya çalıştılar. Bu alternatiflerden biri nitisinondur. Bilim adamları tarafından nitisinon üzerine yapılan araştırmaların sonuçları, insan kanında daha uzun süre kalma olasılığını gösterdi, ayrıca sadece küçük sivrisinekleri değil, aynı zamanda yaşlı ve dirençli sivrisinekleri de öldürebilir.

Araştırmanın bir parçası olarak bilim adamları şu deneyi yaptılar: bilim adamları, alkaptonüri dört hastadan alınan kanı, sıtmanın ana taşıyıcısı olan dişi Anopheles gambiae sivrisineklerine verdiler. Sonuçlar şu şekildeydi: nitisinon önce sivrisineklerin uçma yeteneğini kaybetmesine neden oldu, ardından sivrisinekler felç oldu ve öldü.

Bilim adamlarının bu iki ilacı birlikte kullanma olasılıkları daha yüksektir. Nitisinon ve ivermektinin dönüşümlü kullanımının gelecekte önemli avantajlar sağlayabileceğine inanıyorlar. Dr. Haines şunları söyledi: “Örneğin, ivermektin direncinin yaygın olduğu bölgelerde ya da hayvanlar ve insanlar üzerinde yoğun şekilde kullanıldığı yerlerde nitisinon tercih edilebilir” Bu yeni yöntemin önemini ve potansiyelini vurgulayan şey budur. Tabii ki, bu araştırmanın sonuçları ön hazırlık niteliğindedir. Bu nedenle uzmanlar, ilacın en etkili dozajını ve geniş uygulanabilirliğini belirlemek için daha fazla araştırma ve çalışma yapılması gerektiğini vurgulamaktadır.

Kaynak:https://www.karar.com/teknoloji-haberleri/bilim-insanlari-kesfetti-insan-kani-sivrisinekler-icin-olumcul-1945916
 


 

SİVRİSİNEKLER İÇİN YENİ TEHDİT: NİTİSİNON

SITMA MÜCADELESİNDE YENİ BİR DÖNEM BAŞLIYOR

İVERMEKTİNİN EN ETKİLİ İLACI

SİVRİSİNEKLERİ FELÇ EDEN İLAÇ

Niveda: G-assist yapay zeka asistanı projesi

Nvidia, yıllar önce 1 Nisan şakası olduğunu ilan ettiği fikrini nihayet gerçekleştirmeyi başardı. Bununla Nvidia, yapay zeka asistanı yarışına da girdi.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
28.03.2025

 

image.png

Nvıdıa G-assist'te tasarlanan yapay zeka asistanı projesi, oyuncular ve içerik üreticileri için bilgisayar deneyimini geliştirmeyi amaçlıyor. Test aşamasına giren proje, kullanıcıların sistem ayarlarını optimize etmesini kolaylaştıracak.

image.png

GeForce RTX kullanıcıları bu Asistanı Nvıdıa uygulaması üzerinden çalıştırabilecekler.G-assist projesinin kullanıcıları her sorunu çözemeyecek, yalnızca bilgisayar performansını artırmak, kare hızını ölçmek, temel ayarları ve ayarları yönetmek için kullanılabilir. Yayınlananlara göre, G-assist projesi üretken ve gelişmiş yapay zeka asistanlarıyla rekabet edecek şekilde geliştirilmemiştir.Bir yandan Nvıdıa'nın yeni asistanının kullanıcılara çok pratik bir kullanım sunması bekleniyor. Öte yandan oyuna göre Asistan, sistem ayarlarını yapamayan veya yapmak istemeyen kişiler için bilgisayar sistemini oyuna göre optimize edecektir.

Kaynak:https://www.cumhuriyet.com.tr/bilim-teknoloji/nvidia-yapay-zeka-asistani-project-g-assisti-tanitti-2313612
 

Mars’taki Toz Fırtınaları, Astronotlar İçin Büyük Tehdit Yaratıyor

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
28.03.2025

 

Yeni bir araştırma, Mars’taki toz fırtınalarının solunum problemlerine ve hastalık riskinin artmasına neden olabileceğini gösterdi.

ABD’deki Güney California Üniversitesi (USC) Keck Tıp Fakültesi tarafından yapılan yeni bir araştırma, Mars’taki toz fırtınalarının astronotların sağlığını olumsuz etkileyebileceğini ortaya koydu.

Mars’taki toz fırtınaları, solunum problemlerine ve hastalık riskinin artmasına yol açabilir. Bunun yanı sıra, bu fırtınalar elektronik sistemlerde aksamalara neden olabilir ve güneş panellerinin üzerine birikerek enerji üretimini engelleyebilir. 2018 ve 2022 yıllarında NASA’nın Opportunity keşif aracı ve InSight iniş aracı, toz fırtınaları nedeniyle çalışamaz hale gelmişti. Bilim insanları, insanlı görevlerde bu fırtınaların çok daha büyük riskler oluşturabileceğini belirtiyor.

NASA ve Çin İnsanlı Uzay Ajansı (CMS), önümüzdeki yıllarda astronotları Mars’a göndermeyi planlıyor. Bu görevler sırasında, mürettebatın Mars yüzeyinde aylarca çalışması ve uzun süreli yaşam alanları kurması bekleniyor.

Araştırmayı yöneten USC Tıp Fakültesi’nden Dr. Justin L. Wang ve ekibi, Mars’taki tozun insan sağlığı üzerindeki etkilerini ayrıntılı şekilde inceledi. Çalışmaya NASA’nın Johnson Uzay Merkezi, UCLA Uzay Tıbbı Merkezi ve Colorado Üniversitesi Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümü’nden araştırmacılar da katıldı. Dr. Wang, Mars yüzeyinde bol miktarda bulunan bazalt ve nanofaz demirden kaynaklanan demir tozlarının solunum yolu hastalıklarına yol açabileceğini belirtti.

Araştırmacılar, en önemli önlemin Mars tozunun yaşam alanlarına girmesini engellemek ve filtreleme sistemleriyle tozu ortamdan uzaklaştırmak olduğunu vurguluyor. NASA ve diğer uzay ajansları, bu tür sağlık risklerini azaltmak için özel koruyucu kaplamalar, elektrostatik spreyler ve tozu uzaklaştırabilecek yeni teknolojiler üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Artemis Programı ve gelecekteki Mars görevleri ilerledikçe, uzay tıbbı alanında önemli gelişmelerin yaşanması bekleniyor.

Kaynak:https://organizehaber.wordpress.com/2025/03/27/marstaki-toz-firtinalari-astronotlar-icin-buyuk-tehdit-yaratiyor/

Satürn'ün halkalarına ne olacak

Gök bilimciler, Satürn'ün bu hafta sonu her zamanki görünümünden çok farklı görüneceğini söyler. Satürn'ün halkaları ya çıplak gözle ya da düşük güçlü teleskoplar kullanılarak görünmeyecek.

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
27.03.2025

 

Gökbilimciler, Satürn'ün Halkalarını görememeyi optik yanılsama olgusu olarak adlandırıyorlar. Bu fenomenin gezegenlerin konumlarındaki bir değişiklik nedeniyle meydana geldiği bilinmektedir. Bilim adamları, Satürn'ün bu hafta sonu, özellikle geceleri görünürlüğünün olağan resimden farklı olacağını açıkladılar. Ayrıca, Satürn'ün Halkalarının çıplak gözle veya düşük güçlü teleskoplar kullanarak görünmeyeceğini açıkladılar.Gök bilimciler Satürn'ün halkalarını görememeyi şu şekilde yorumladılar: Satürn'ün yörüngesinde 26,73 derecelik bir eğimi varken, Dünya'nın 23,5 derecelik bir eğimi vardır, bu nedenle iki gezegen Güneş'in etrafında hareket ettikçe belirli bir hizaya girdiklerinde, Satürn'ün halkaları da yörüngede neredeyse tamamen Dünya'ya dönük hale gelir yatay bir pozisyon . Bu, halkaların neden neredeyse görünmez olduğunu açıklar.Michigan Eyalet Üniversitesi Abrams Planetaryumu Direktörü Dr. Shannon Schmoll, “Satürn ve Dünya Güneş’in etrafında dönerken, zaman zaman Satürn’ün halkalarını tam kenarından göreceğimiz bir konumda oluruz. Halkalar son derece ince olduğu için bu açıdan bakıldığında onları görmek neredeyse imkansız hale gelir” dedi.Bu nadir görülen göksel fenomen Mart ayının son haftasında net bir şekilde ortaya çıkmaya başlayacak ve Satürn'ün Halkaları Nisan ayına kadar tamamen yok olmuş gibi görünecek.

Kaynak:https://haberglobal.com.tr/bilim-teknoloji/saturnun-halkalari-neredeyse-tamamen-kaybolacak-433002
 

Işığın Neptün üzerindeki hareketlerini ilk kez başarıyla fotoğraflamak

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
27.03.2025

 

Güneş sisteminin gezegenlerinin sırlarını bulmak için NASA tarafından yürütülen devam eden araştırmanın bir parçası olarak. NASA'nın James Webb Uzay Teleskobu, Neptün gezegeninde " auroral aktiviteler " olarak bilinen ışığın hareketlerini ilk kez fotoğraflayabildi. 

Keşfin gezegenin atmosferi hakkında yeni bilgiler sağlaması bekleniyor.
Türünün ilk örneği bir etkinlikte NASA'nın James Webb Uzay Teleskobu, Neptün'de ilk kez auroral aktivite yakaladı. Teleskop, gezegenin Kuzey ve Güney kutuplarından gelen manyetik alanın neden olduğu ışık hareketlerini kaydetti. Bunun böyle bir fenomenin ilk kez gözlemlendiğini belirtmekte fayda var.
NASA tarafından keşif hakkında yayınlanan araştırma açıklamasında; NASA, gök bilimcilerin Haziran 2023'te elde ettikleri verileri Webb teleskopunun yakın kızılötesi spektrometresini kullanarak incelediklerini söyler.
Araştırma sonuçlarına destek olarak NASA, söz konusu ışığın hareketlerine ait olduğu söylenen görüntüleri paylaştı. Gökbilimciler, Webb teleskopu tarafından sağlanan verileri kullanarak ilk olarak "trihidrojen katyonu"bileşenini keşfettiler. "auroral aktiviteler" olarak adlandırılan ışık hareketlerinde meydana gelen bu bileşendir.
 

Işığın Neptün üzerindeki hareketlerini ilk kez fotoğraflamak

Uranüs ve Neptün gibi gezegenler buz devi gezegenler olarak bilinir. Bu gezegenler üzerinde araştırma yapmak biraz zor. Gök bilimciler, Neptün'ün auroral faaliyetleriyle ilgili bu tür keşiflerin, bir yandan Uranüs ve Neptün'ün atmosferlerini inceleyen bilim alanında yeni bir pencere açtığını, diğer yandan gezegenin manyetik alanının nasıl etkileştiği hakkında bir fikir edinme fırsatı olduğunu söylüyorlar gök cisimlerinden uzak noktalara seyahat eden gök cisimleriyle güneş.
Northumbria Üniversitesi Matematik, Fizik ve Elektrik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi doçenti Henrik Milin, araştırmanın başyazarı keşifle ilgili açıklamasında, Neptün'deki ışık hareketlerinin tespitinin ancak bir Webb teleskopu ile mümkün olduğunu söyledi.
Melin, görüntülerin detayından ve netliğinden dolayı "şok olduğunu" belirtti.
NASA'nın Neptün gezegeni üzerinde ilk kez araştırma yapmadığını belirtmekte fayda var. Gezegendeki ilk araştırma 1989 yılına dayanıyor. NASA, gezegen hakkında veri toplamak için "Voyager 2" uzay aracını gönderdi. Bu araştırma sayesinde ışığın Neptün üzerindeki hareketleri hakkında kanıtlar toplandı.
Araştırmalar, gökbilimcilerin Dünya'ya yakınlıkları nedeniyle Satürn ve Jüpiter üzerindeki ışığın hareketlerini yıllardır incelediklerini gösteriyor. Güneş'ten en uzak gezegen olan Neptün'ün aksine, onun görüntülerini ve verilerini Dünya'dan elde etmek zordur.
Son olarak, araştırmanın Nature Astronomy Dergisi'nde yayınlandığına dikkat edilmelidir.

Kaynak:https://www.karar.com/teknoloji-haberleri/nasanin-uzay-teleskobu-neptundeki-isik-hareketlerini-ilk-kez-1945552
 

image.png

‘Süper Ay’ ve ‘Şeytan Boynuzu’ güneş tutulması eş zamanlı olarak görülecek

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
27.03.2025

 

İngiltere Kraliyet Rasathanesi, bu hafta ‘süper ay’ ve ‘şeytan boynuzu’ tutulmalarının aynı anda gerçekleşeceğini açıkladı.

Kraliyet Rasathesi yetkililerinin yaptığı açıklamada, 29 Mart gecesi gökyüzünde ender rastlanan iki astronomik olayın aynı anda yaşanacağı duyuruldu. Ay, Dünya’ya en yakın konumuna ulaşarak süper ay olarak adlandırılan parlak ve büyük görünümünü alacak. Aynı zamanda, Kuzey Yarımküre’de Ay’ın Güneş’in önünden kısmen geçmesiyle ‘şeytan boynuzu’ olarak bilinen kısmi güneş tutulması gerçekleşecek.

image.png

Gök bilimciler, nadir rastlanan bu gökyüzü olayının özellikle fotoğrafçılar ve astronomi tutkunları için önemli bir fırsat sunduğunu ifade etti.

Kaynak:https://birtiktagundemm.wordpress.com/2025/03/26/super-ay-ve-seytan-boynuzu-gunes-tutulmasi-es-zamanli-olarak-gorulecek/

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
26.03.2025

 

Yapay zekanın (ChatGPT) ilk kez ortaya çıkmasından bu yana, bilim adamları yararları ve zararları hakkında araştırma yapmakla meşguller. Ve son araştırmalar, çalışmanın dediği gibi aynı zamanda korkunç ve rahatsız edici bir gerçek hakkında konuşur:  ChatGPT kullanımı bağımlılık yapar.

Yapay Zeka (ChatGPT) ve bağımlılık

image.png

Chatjibit'in " güçlü kullanıcıları ", onu daha fazla ve daha uzun süre kullananlardır. Ve bilim adamları bu insanlar ChatGPT'ye geliştirdiklerini söylüyorlar.

image.png

OpenAI ve MIT Media Lab tarafından ChatGPT kullanıcıları üzerinde yapılan son ortak çalışmada şöyle sonuçlandı: bağımlılık belirtileri, ChatGPT kullanıcılarının küçük bir alt kümesinde ortaya çıktı. Bu semptomlar meşguliyet, yoksunluk belirtileri, kontrol kaybı ve ruh hali değişiklikleriydi. Ayrıca, bu grubun üyeleri diğerlerinden daha sorunlu kullanım gerçekleştirdi.

image.png

Bu sonuca varmadan önce, MIT ve OpenAI'nın ortak araştırma ekibi binlerce ChatGPT kullanıcısı üzerinde bir anket yapmıştı. Anket, ChatGPT hakkında çeşitli sorular içeriyordu. Anket, kullanıcıların bir yandan ChatGPT hakkında ne hissettiklerini, diğer yandan da çalışmanın ortak özetinde "etkileşim yönleri " empati, şefkat veya desteği gösteren olarak tanımlanan kullandıkları duygusal sinyaller hakkında sordu.

image.png

Çalışmanın sonuçları şöyleydi: Ankete katılanların çoğu ChatGPT ile duygusal bir bağ kurmasa da, onu daha uzun süre kullanan kişiler onu arkadaş olarak görmeye başladı.Ayrıca çalışma, ankete katılan ve ChatGPT ile iletişim kurmak ve sohbet etmek için daha fazla zaman harcayan bireylerin, yapay zekanın davranışındaki küçük değişiklikler nedeniyle kendilerini daha yalnız ve stresli hissetme eğiliminde olduklarını söyler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Araştırmanın ulaştığı rahatsız edici sonuca gelince, bazı kullanıcıların ChatGPT'ye bağımlı hale gelmesidir.

image.png
image.png

Ayrıca OpenAI tarafından yapılan ayrı araştırmalar, ChatGPT ne kadar çok kullanılırsa bağımlılık oranının o kadar yüksek olduğunu buldu.

Kaynak:https://www.aydinlik.com.tr/fotogaleri/chatgpt-bagimlilik-yapiyor-korkunc-gercek-bakin-nasil-ortaya-cikti-516870
 

dünya ile kozmik bir kasırga arasında 625 ışıkyılı

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
26.03.2025

 

NASA'nın James Webb Uzay Teleskobu sayesinde, bilim adamları hala yakınlarda oluşan bir yıldızdan çıkan Herbig-Haro 49/50'yi fotoğraflayabildiler.

image.png

Son olarak NASA'nın James Webb Uzay Teleskobu, güçlü kozmik Kasırga Herbig Haro 49/50'yi (HH 49/50) yüksek çözünürlükle fotoğraflayabildi. Bu, stronomların yaklaşık 20 yıl önce ilk kez gördüğü kasırga. Yeni yayınlanan bakış açısı, bu yapılandırma hakkında daha fazla ayrıntı sağlar.

Dünya'dan yaklaşık 625 ışıkyılı uzaklıkta bulunan Hebrig Haro 49/50 Kasırgası, ilk olarak 2006 yılında NASA'nın artık emekli olduğu Spitzer Uzay Teleskobu tarafından gözlemlenen güçlü bir kozmik kasırgadır.

image.png

Kozmik kasırga, gökbilimcilerin Hebrig Haro 49/50'ye verdiği isimdir. Bu isim, karakteristik huni şeklindeki şekli nedeniyle ortaya çıktı. Bilindiği gibi kozmik kasırgalar nadir görülen bir fenomen değildir, ancak gizemli ve özel durumlarda ortaya çıkmaları onları önemli bir olay haline getirir.

Herbig Haro'yu oluşturan nesneler ise yıldız oluşum bölgelerinde bulunan küçük ve geçici bulutsuları yıldız oluşumunun görünür bir işareti olarak kısaca temsil eder. Çevredeki gaz ve tozla çarpışması nedeniyle genç bir yıldızdan gelen yüksek hızlı gaz jetlerinin akışı sonucunda bu nesneler yoğun bir akım oluşturur. 

Araştırmalar, HH 49/50'ye en son görünümün, bir Herbig Haro nesnesine şimdiye kadarki en iyi görünümlerden biri olduğunu gösterir. 
 

JWST'nin kaydettiği görsel, Yakın Kızılötesi Kamerası (NIRCam) ve Orta Kızılötesi Aleti (MIRI) tarafından çekilen görüntülerin birleştirilmesiyle oluşturuldu.

Kaynak:https://www.cumhuriyet.com.tr/bilim-teknoloji/625-isik-yili-uzaklikta-kozmik-kasirga-tespit-edildi-2312966
 

image.png

Hindistan’da su yüzeyine kurulan güneş panelleri uzaydan görünüyor

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
26.03.2025

 

Hindistan’da su üstüne kurulan dev güneş panelleri, uzaydan fark edilebilecek büyüklüğe ulaştı. Bu sistemler arazi tasarrufu sağlarken buharlaşmayı ve alg oluşumunu da azaltıyor.

Hindistan’da su yüzeyine kurulan dev güneş panelleri, baraj göllerini geleceğin enerji üssüne dönüştürüyor. Geleneksel olarak çöllerde kurulan güneş enerjisi sistemlerine alternatif olan yüzen güneş tarlaları, uzaydan dahi görülebilecek büyüklüğe ulaştı. Uydu görüntüleri, Hindistan’ın orta kesimindeki Narmada Nehri’ndeki bir baraj gölünde yer alan yüzen güneş panellerinin gelişimini ortaya koyuyor. ‘Landsat 9’ uydusundaki OLI-2 (Operational Land Imager-2) kamerasıyla 30 Ocak 2025’te çekilen görüntüde, projenin ileri bir aşamada olduğu görülüyor. Aynı yere ait 10 Şubat 2023 tarihli görüntü ise projenin daha erken bir evresini yansıtıyor.

Projeye ev sahipliği yapan baraj, Madhya Pradeş eyaletindeki Omkareshwar Barajı’nın doğusunda yer alıyor. 2007 yılında tamamlanan hidroelektrik santraline bağlı bu rezervuarın kapasitesi 987 milyon metreküp, yüzölçümü ise 90 kilometrekarenin üzerinde. 2025 tarihli uydu verilerinde, rezervuarın kuzeydoğu ve güneydoğu kısımlarında bulunan yüzen güneş panelleri göze çarpıyor. Bu paneller, 2024’te hizmete giren 126 megavatlık ve 90 megavatlık iki ayrı projeye ait.

Uzmanlar, yüzen güneş enerjisi sistemlerinin bazı zorluklar barındırdığına dikkat çekiyor; yüksek ilk yatırım maliyeti, doğa olaylarına karşı hassasiyet ve uzun vadeli su kalitesi üzerindeki etkiler gibi. Buna karşın, bu sistemler buharlaşmayı önleme, alg oluşumunu engelleme ve arazi ihtiyacını azaltma gibi önemli avantajlar sunuyor.

Kaynak:https://birtiktagundemm.wordpress.com/2025/03/25/hindistanda-su-yuzeyine-kurulan-gunes-panelleri-uzaydan-gorunuyor/

Mısır piramitleri hala arkeologları şaşırtan bir gizem. Son zamanlarda, İtalyan araştırmacılar geniş bir yeraltı yapısı keşfettiler. Keşfedilen yapı tam olarak Kahire'deki Giza Piramitlerinin altında bulunuyor. Büyüklüğünün piramitlerden 10 kat daha büyük olduğu tahmin edilmektedir.

Mısır piramitlerinin altındaki yapı

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
25.03.2025

 

image.png

Bir yandan Mısır piramitleri dünyanın harikalarından biri, diğer yandan bu gizemli binaları anlamak için her yerden arkeologları kendine çeken bir yer. Son zamanlarda İtalyan araştırmacılar, Mısır'ın başkenti Kahire'de Giza Piramitleri altında yaklaşık bin 220 metre derinliğe kadar uzanan geniş bir yeraltı yapısının keşfedildiğini açıkladılar. Araştırmacılar, keşfedilen yapının piramitlerden 10 kat daha büyük olmasını bekliyor.Mısır piramitleri üzerine yapılan son çalışmalar ve araştırmalar çerçevesinde. Pisa Üniversitesi'nden Corrado Malanga, Strathclyde Üniversitesi'nden Mısırbilimci Armando Mei ve radar uzmanı Filippo Biondi araştırmalarını Kahire'deki Giza piramitlerinin altında altı yüz kırk metre derinlikte yaptılar. Araştırmacılar, bin 220 metre derinlikte sekiz dikey silindirik yapı ve tanımlanamayan oluşum keşfettiler.Şu anda, bağımsız uzmanlar tarafından gözden geçirilmedikleri için bu çalışmanın sonuçları doğrulanmadı veya reddedilmedi. Bu çalışmada okyanus tabanını haritalamak için kullanılan radar benzeri bir sonar tekniği kullanılmıştır. Bu teknikle yüksek çözünürlüklü görüntüler elde edildi.Araştırmaların sınırlarını yeniden tanımlıyorBu yeni çalışma arkeolojik araştırmaların sınırlarını yeniden tanımlıyor. Çalışma grubunun sözcüsü Nicole Ciccolo da bunu söyledi; İtalya'da yapılan toplantıda. Konuşmacı, araştırma kapsamında elde edilen verilerin paylaşılarak yapılan bu çalışmanın arkeolojik araştırmaların sınırlarını yeniden tanımlayacağını sözlerine ekledi.Denver Üniversitesi'nden bir radar uzmanı olan Profesör Lawrence Conyers, bu çalışmanın sonuçlarını sorguladı. Mevcut teknolojinin dünya'nın derinliklerine nüfuz edemeyeceğini söyledi. Bir yeraltı şehri fikrinin çok iddialı olduğunu da sözlerine ekledi. Conyers, keşfi doğrulamak için hedefli kazılar çağrısında bulundu, ayrıca verilerin bağımsız analize açık olması gerektiğini de söyledi.

Kaynak:https://gazeteoksijen.com/bilim-ve-teknoloji/nasanin-parker-kesif-araci-gunese-en-yakin-ikinci-gecisini-tamamladi-61-milyon-km-yaklasti-238106
 

Mısır piramitlerinin altında piramitlerden 10 kat daha büyük, devasa bir yapı bulundu

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
25.03.2025

 

İtalyan araştırmacıların Kahire’deki Giza Piramitleri’nin altında piramitlerden 10 katı büyüklüğünde olduğu iddia edilen geniş bir yer altı yapısı keşfettikleri açıklandı.

WhatsApp Görsel 2025-03-24 saat 23.01.01_89ac8bad.jpg

İtalyan bilimciler, Mısır’ın başkenti Kahire’deki Giza Piramitleri’nin altında yaklaşık bin 220 metre derinliğe kadar uzanan ve piramitlerden 10 kat daha büyük olduğu öne sürülen geniş bir yer altı yapısı keşfettiklerini duyurdu. Pisa Üniversitesi’nden Corrado Malanga, Strathclyde Üniversitesi’nden Mısırbilimci Armando Mei ve radar uzmanı Filippo Biondi tarafından yürütülen araştırma kapsamında, piramitlerin 640 metre altında 8 dikey silindirik yapı ve bin 220 metre derinlikte henüz tanımlanamayan oluşumlar tespit edildi. Henüz bağımsız araştırmacılar tarafından hakem incelemesinden geçmemiş olan çalışmanın, okyanus tabanını haritalamak için kullanılan sonar radar benzeri bir teknolojiyle elde edilen yüksek çözünürlüklü görüntülere dayandığı kaydedildi.Araştırmanın sözcüsü Nicole Ciccolo, İtalya’da düzenlenen bir toplantıda, araştırma kapsamında elde edilen bulguları paylaşarak yapılan çalışmanın arkeolojik araştırmaların sınırlarını yeniden tanımladığını söyledi.Denver Üniversitesi’nden radar uzmanı Profesör Lawrence Conyers ise mevcut teknolojinin yerin bu kadar derinlerine nüfuz etmesinin mümkün olmadığını ve yer altı şehri fikrinin oldukça iddialı olduğunu belirtti. Conyers ayrıca keşfin doğrulanması için hedefli kazıların gerçekleştirilmesi gerektiğini aktararak, verilerin bağımsız analizlere de erişilebilir olması gerektiğini bildirdi.

Kaynak:https://birtiktagundemm.wordpress.com/2025/03/24/misir-piramitlerinin-altinda-piramitlerden-10-kat-daha-buyuk-devasa-bir-yapi-bulundu/

Gerçek dünya nüfusu nedir? Gerçekten 8.2 milyar doğru sayı mı? Dünyada daha çok fazla nüfusa sahip olabilir mi?

Dünya nüfusu

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
25.03.2025

 

image.png

abii ki, Dünya'da yaşayanların sayısının gerçek sayısını belirlemek için çalışan birçok çalışma var. Bu çalışmalardan birinin sonuçları, elektriğin olmadığı kırsal alanlarda nüfusun azaldığını iddia ediyor. Ama en önemli soru, bunun neden bu kadar önemli olduğu.Dünya nüfusunun ortaya çıktığı son raporda, Dünya'nın resmi nüfusunun yaklaşık 8.2 milyar insan olduğu söyleniyordu. Ancak Aalto Üniversitesi'nden yapılan bir başka araştırma bu sayıyı reddediyor ve bu raporda belirtilen sayının ciddi şekilde eksik olduğunu söylüyor. Çalışma, bu sayıyı kabul etmeme nedenlerini, nüfus sayısını doğru bir şekilde rapor edememeye bağladı. Örneğin, kırsal alanlar. Çalışma, kırsal alan nüfusunu belirlemede doğruluk eksikliğinin küresel nüfus veri kümelerinde önemli hatalara yol açtığını doğrulamaktadır.Chip'in aktardığına göre Finlandiya’daki Aalto Üniversitesi’nden araştırmacılar, yaygın olarak kullanılan beş küresel nüfus veri setini (WorldPop, GWP, GRUMP, LandScan ve GHS-POP) inceledi. Bu inceleme, kırsal nüfusun tahmini yüzde 53 ile yüzde 84 arasında eksik gösterildiğini ortaya koydu. Hatta 2010 yılına ait en güvenilir veri setleri bile kırsal nüfusu yüzde 32 ila yüzde 77 arasında eksik hesaplamış olabilir.Dünya nüfusunun belirlenmesindeki doğruluk sorunları sadece 2010 ile sınırlı değildi. Araştırma ekibi, aynı doğruluk sorunlarının 2015/2020 veri kümelerinde de olabileceğini belirtti. Yeni veriler, dünya nüfusunun toplam yüzde 43'ünün kırsal alanlarda yaşadığını söylüyor. Bu yüzde dikkate alınırsa, dünya nüfusunun 8,2 milyar olduğu ifadesinin büyük bir hata olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte, gerçek nüfusun istatistiklerden çok daha fazlası olabileceğine dikkat edilmelidir.Araştırmanın baş yazarı Josias Láng-Ritter, “Küresel nüfus verilerinin önemli bir kısmının eksik olduğunu bulduk. Bu sonuçlar çarpıcı, çünkü bu veri setleri binlerce çalışmada ve karar alma süreçlerinde sıkça kullanılıyor, ancak doğrulukları sistematik olarak değerlendirilmedi” diye belirtti.

Kırsal alanları izlemenin zorluğu

Özellikle elektrik neden nüfusu belirleyen faktörlerden biridir. Sorunun cevabı kolaydır; Popülasyonu belirlemek için genellikle uydu görüntüleri ve gece ışığı analizi kullanılır. Ayrıca, bu yöntemler elektriksiz alanları görmezden gelir. Örnek olarak, GRUMP ve WorldPop veri setleri, bu teknolojiler nedeniyle kırsal alanların nüfusunu doğru bir şekilde belirleyememektedir.Bu araştırmanın sonuçları, dikkate alınması gereken bir bakış açısı sunsalar da evrensel olarak kabul görmemektedir. Diğer araştırmacılar, çalışmanın özellikle Çin ve Asya bölgelerine odaklandığını söyleyerek araştırmanın sonuçlarını sorgulamaya başladılar. Son olarak araştırmacılar, detaylı kayıt sistemlerine sahip diğer ülkelere genelleme yapmanın doğru olmadığını söylüyorlar.

Kaynak:https://www.cumhuriyet.com.tr/bilim-teknoloji/dunya-nufusunu-yanlis-hesaplamis-olabiliriz-2312700
 

KEMANKEŞ 1 roketi: Uçuş testlerinin başarısı ve aşırı Dalış

Kemankeş 1 roketi, uçuş testleri ve maksimum dalış başarıyla tamamlandı. Kemankeş 1 füzesi küçük bir seyir füzesidir ve BAYKAR' ın milli ve özgün  şirketinin yapay zeka kullanarak geliştirdiği başarılardan biridir.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
24.03.2025

 

Kemankeş 1 füzesi, test programını başarıyla ilerleten Kemankeş'in ilk üyesidir. Kemankeş 1 füzesi, yapay zekaya dayalı minyatür bir seyir füzesidir. Bu da BAYKAR'ın yaptığı açıklamaya göre. Bayraktar TB2 SİHA havada test menzilinde belirtilen noktaya kadar görüldü. Edirne'nin Keşan bölgesinde bulunan BAYKAR Uçuş Eğitim ve Test Kanunu'ndan iki adet KEMANKEŞ 1 ile havalandı.Daha sonra sırasıyla KEMANKEŞ 1 Yapay Zeka Tabanlı Mini Seyir Füzeleri, Azami Uçuş ve Dalış Testi için Bayraktar TB2'den ayrıldı. Belirlenen noktalara doğru 100 kilometrenin üzerinde havada seyreden mini seyir füzeleri, Azami Uçuş ve Dalış Testi'ni başarıyla tamamladıktan sonra paraşüt ile iniş gerçekleştirdi.KEMANKEŞ ' in 1 başarılı uçuş ve derin dalış testlerinin ardından BAYKAR Genel Müdürü Haluk Bayrakdar, X platformundaki hesabında yapay zeka ile çalışan yeni nesil teknolojilerin modern savaş alanındaki hafızayı kırdığını belirtti. "KEMANKEŞ 1 gibi oyun değiştirici etkiye sahip yüksek teknolojili bu ve benzeri platformlar yeni dönemin kuvvet çarpanları olacak" ifadesini kullandı.

Kaynak:https://haberglobal.com.tr/bilim-teknoloji/kemankes-1-fuzesinin-azami-ucus-ve-dalis-testinde-basarili-sonuc-431955
 

Türkiye'de Tarımsal Kuraklık

Türkiye'de şu şehirler: Konya, Eskişehir Sivas'ın yanı sıra orta, doğu ve güneydoğu Anadolu bölgeleri son beş yıldır sürekli kuraklık yaşıyor ve 2025'te daha şiddetli hale gelmesi bekleniyor. Bu kuraklık nedeniyle ve kışın sona ermesiyle birlikte yaz aylarında tarımsal kuraklık korkusu olduğu için iklimbilimcilerden yaza dair uyarılar ve endişeler geliyor.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
24.03.2025

 

image.png

Anadolu'daki bölgelerin yarısının yaşadığı kuraklık, kış döneminin daha soğuk ve kar yağışının daha fazla olmasına rağmen yaz dönemi endişesine neden oldu. Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Türkiye'nin birçok yerinde artan bir kuraklık gösteren "Şubat 2025 meteorolojik kuraklık haritası"nı yayımladı. Bu bağlamda, tarımsal kuraklık tehdidi nedeniyle hasatın azalmasına karşı gerekli önlemlerin alınması çağrısı yapılmaktadır. Standart yağış endeksi yöntemine göre her mevsimin üç ayı için değerlendirme haritaları hazırlanır. Geçen kışa ait değerlendirme haritasında Aralık (2024) ayından Şubat (2025) ayına kadar olan dönemde özellikle İç Anadolu ve güneydoğu Anadolu bölgelerinde "orta şiddette kurak" ve "şiddetli kurak" koşulların mevcut olduğuna dikkat çekilmiştir. Üç aylık değerlendirmeye ek olarak; altı aylık değerlendirme eylül (2024) -Şubat (2025) ayları arasında yayınlandı. Genişletilmiş değerlendirmenin sonuçları, daha önce bahsedilen bölgelerde kuraklığın kalıcı hale geldiğini ve tarımsal üretime etkisinin olumsuz olacağını doğruladı. Son olarak, geçen Şubat ayının değerlendirmesi ayrı ayrı analiz edildi ve çok rahatsız edici sonuçlar ortaya çıktı. Değerlendirmenin sonuçları, Türkiye'deki bölgelerin çoğunun ya "hafif kuraklık" ya da "orta kuraklık" yaşadığını, bunun yanında doğu ve güneydoğu Anadolu'daki bazı bölgelere ulaşan bir dereceye kadar "şiddetli kuraklık" olduğunu söylüyor.Marmara Bölgesi'ndeki yağış oranları geçmişe göre yüzde doksan azalmış, diğer yandan ülkenin yüzde kırk ikisi nemden muzdarip, yüzde sekizi aşırı kurak toprak özellikleri haline gelmiş; bu durum bölgedeki iklim konusunda yapılan son bilimsel çalışmalarla belirtiliyor.

AKDENİZ KAVRULUYOR

Dünya'nın ısınmasıyla ilgili yayınlanan raporda, sanayi öncesi ortalamanın 1,74 derece üzerinde yükselen küresel yüzey sıcaklığından ve bunun sadece 2025'in ilk on dokuz gününde olduğundan bahsediliyor. Türkiye'de özellikle Mersin, Adana, Hatay ve Antalya gibi Akdeniz bölgesinin kıyı kentlerinde sıcaklık artışları hızlanıyor. Geçen yılın kuraklık haritasına dönersek, Muğla şehrinin sıra dışı bir kuraklık yaşadığı, ayrıca kentte su kaynakları ve tarımsal faaliyetler üzerinde ciddi baskılar olduğu doğrulandı. Öte yandan meteorolojide son bir aydır devam eden kuraklık durumuna göre Tekirdağ, Kahraman Maraş ve Afyonkarahisar illerinin bölgeleri alışılmadık derecede kurak olarak sınıflandırıldı. Ayrıca, Türkiye'nin birçok yerinde genellikle orta derecede kurak bir yağış sistemi vardır.

EN KURAK YIL OLABİLİR

Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız ise "Bu veriler, Türkiye'nin farklı bölgelerinde kuraklık ve aşırı sıcaklıkların yaşandığını gösteriyor" derken, su kaynakları yönetimi ve iklim değişikliğiyle mücadele konularında acil önlemler alınmasının gerekliliğine işaret etti. Yıldız, şu uyarıları sıraladı: Avrupa iklim Ajansının verilerine göre Akdeniz Havzası ve Anadolu için şiddetli kuraklık riski söz konusu. 2025'de Akdeniz Havzası ve Anadolu için en kurak yıllardan biri olabilir."

image.png

ANORMAL KURAKLIK

Yıldız, konuşmasında 2023-2024 yılları arasında dünya genelinde ortalama sıcaklık değerlerinin 1,5 derecenin üzerinde olduğunu sözlerine ekledi. Özellikle kritik eşik değerinin maalesef aşıldığını söylediği Türkiye'deki mevcut durumla ilgili endişelerini dile getirdi. Şubat ayı kuraklık tablosu normal değil, özellikle tarım havuzları için şimdi gerekli önlemler alınmalıdır. Birçok şehirde tarımsal kuraklık kaçınılmaz hale gelmiş gibi görünüyor.İklim bilimcileri, genel olarak dünyada ve özellikle Türkiye'de meydana gelen iklim değişiklikleriyle ilgili korkularını gizlemiyorlar. Gelecek konusunda iyimser değiller. Türkiye'deki iklim bilimcileri, en iyimser senaryoda kurak bölgelerin önümüzdeki yirmi yıl içinde yaklaşık yüzde dört oranında artacağını belirttiler. Ayrıca yapılan araştırmalara göre Dicle ve Fırat nehirlerini besleyen Doğu Anadolu dağlarındaki kar örtüsünün sadece kırk yıl içinde yok olması bekleniyor.

image.png

YAĞMUR SUYU HASAT EDİLMELİ

Aynı kapsamda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı eski müsteşarı Prof. Dr. Mustafa Öztürk de Şubat ayı kuraklık takviminin uyarı verdiğini söyledi. Konya Havzası, güneydoğu Anadolu ve Akdeniz bölgesinde kuraklıktan etkilenecek alanların olacağını sözlerine ekledi. Bunun nedeni, havalar ısındıkça buharlaşma oranının artacağı ve bu bölgelerde su kıtlığına neden olacağıdır. Öztürk'ü sorunun çözümüne yardımcı olması için yağmur suyundan yararlanmaya ve onu hasat etmeye çağırdı. Ancak projeyi engelleyen en büyük sorunlardan biri nehir yatağındaki kirliliktir. Ergene, Büyük Menderes, Sakarya, Kızılırmak gibi kaynaklar belli oranlarda kirlenmiş durumda. Suyun yüzde 75'i tarımsal sulamada kullanılıyor. Kuraklık devam ederse gıda üretiminde düşüş olur.

Kaynak:https://haberglobal.com.tr/yazarlar/tarimsal-kuraklik-riski-turkiyenin-suyu-biter-mi-431354
 

image.png

Gaziantep Teknopark’ta yenilikçi projelerini devam ettiren İsmail Ertuğrul Uyasır ve ekibi, çamaşır makinesi motoru kullanarak 2 dairenin enerji ihtiyacını karşılayacak cihaz geliştirdi.

Çamaşır makinesi motoru kullandılar; 2 dairenin enerji gereksinimini karşılayacak bir cihaz ortaya çıkardılar!

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
24.03.2025

 

İsmail Ertuğrul Uyasır, aralarında mühendislerin de yer aldığı bir grup arkadaşıyla 2018’de şirket kurup, Gaziantep Üniversitesi Teknopark’ta enerji, havacılık, hava araçları teknolojisi üzerine projeler yürütmeye başladı. Uyasır öncülüğündeki ekip, enerjiyle ilgili çalışmalara yoğunlaşarak, tasarruf ve güç yükseltme çalışmalarına yöneldi. Projenin Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan onay almasının ardından 1 yıl çalışan ekip, çamaşır makinesi motoru kullanarak şebekeden aldıkları enerjiyi 12 katına çıkardı. İsmail Ertuğrul Uyasır ve ekibinin yaptığı bu cihaz, 2 dairenin enerji ihtiyacını karşılayabiliyor.Cihazın dünyada tek olduğunun altını çizen Uyasır, ev elektriğinden yüzde 90’a kadar tasarruf sağlayabileceklerini ve cihazın Rize’de hidroelektrik santraline kurulacağını ifade etti.

image.png

2 büyük dairenin tüm enerji ihtiyacını karşılayacak bir cihaz tasarladık!Cihazın yerli ve milli olduğuna dikkat çeken İsmail Ertuğrul Uyasır, şöyle konuştu:“Bu cihaz şebekeden 400 vat bir güç çekiyor, 10 kilovata kadar bir güç veriyor. Bu da kendi alanında dünyada tek, uzun uğraşlar sonucunda meydana gelen bir cihaz oldu. Özel bir alternatörümüz var. Bizim kendi yaptığımız bir alternatör. Alternatörün ihtiyacı olan torku biz belirli ağırlık döngüleri ile sağlıyoruz. Bunu şöyle anlatabilirim, bir çamaşır makinesi motorundan 2 daireyi aydınlatacak ve tüm enerji ihtiyacını karşılayacak enerji üretecek bir cihaz yaptık.Yani bir çamaşır makinesi motorunun döngüsü ile sağladığımız enerji ile 3+1 olan, geniş 2 dairenin tüm enerji ihtiyacını karşılayacak, gelen enerjiyi 3-4 ampere kadar çıkarabilecek bir cihaz yapmış olduk. Tüm testleri bitirildi ve bakanlık dahil gerekli her yerden onaylarını aldık. Bir ev normalde 5 kilovata kadar bir güç tüketiyor. Aylık elektrik faturası 900 TL kadar olur. Bizim cihazı araya koyduklarında aylık fatura 100-120 TL arasında gelecektir. Neredeyse yüzde 90 bir tasarruf sağlanmış olur.”

Hidroelektrik santralinde kullanılacakUyasır, cihazın Rize Belediyesi’ne gönderileceğini belirterek, orada hidroelektrik santrallerinde enerjide yükseltim yapmak amacıyla kullanılacağını ifade etti.İsmail Ertuğrul Uyasır, şunları söyledi:“Şu an bu cihazımız Rize Belediyesi’ne gidecek. 900 kilovat enerji üreten bir hidroelektrik santralinin gücünü biz 4 megavata kadar yükseltebiliyoruz. Yapmış olduğumuz çalışmalar bunu gösterdi. Cihazımız tamamen yerli ve milli bir ürün. Bu cihaz her türlü fabrikada, sanayide, tekstilde, teknolojide, evler dahil elektriğin olduğu aklımıza gelen her yerde kullanılabilir.”

Kaynak:https://birtiktagundemm.wordpress.com/2025/03/23/camasir-makinesi-motoru-kullandilar-2-dairenin-enerji-gereksinimini-karsilayacak-bir-cihaz-ortaya-cikardilar/

image.png

Değişimin işareti: Akdeniz'in dibinde bin üç yüz dev halka

Deniz tabanını haritalamakla görevli Christine Pergent Martini, Akdeniz'in derinliklerinde kocası ve asistanıyla birlikte görevini yerine getirirken, yan yana dizilmiş tam bin üç yüz tamamen aynı halkayı keşfetti ve bu gizemli oluşumlar yıllardır görmezden gelinen bir değişim işareti olarak kabul ediliyor.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
23.03.2025

 

Eylül 2011'de Christine Pergent Martini, yaklaşık 30 metre uzunluğundaki küçük bir araştırma gemisinde Akdeniz'de yelken açıyordu. Martini, güneşin koyu mavi suya yansımasını görmezden geldi.
Christine Pergent Martini, Akdeniz'in derinliklerinde neler olup bittiğiyle ilgilenen bir Okyanus bilimci ve deniz biyologdur. Göreve, kendisi gibi bir Okyanus bilimci olan kocası Gerard Pergent de katılır. Bu görevde onlara ek olarak Korsika Üniversitesi'nden yüksek lisans öğrencisi Pascal Paoli de yanlarındaydı.
Görevleri Akdeniz'in dibini haritalamaktı. Bir aylık görevin son günü. Randevudaydılar, önemli bir keşif. Yüzeydeki amaç basit görünüyor, ancak gerçekte okyanus bilimindeki en büyük kör noktalardan birine yönelik bir keşif görevi. Misyonun temel amacı, Akdeniz'in dibinin sırlarını keşfetmektir. Son günde, ilk bakışta sıradan görünen bir fenomene tanık oldular, ancak bu oluşum deniz biliminin uzun süre çözemediği kör noktalardan biriydi.

image.png

Mercan yosunu değildir

Akdeniz, batıda Cebelitarık Boğazı'ndan Doğuda Lübnan kıyılarına kadar uzanan bir denizdir. Yıllar geçtikçe, bu denizcilik uzantısı, Yunan triremleri, Fenike gemileri, ve Roma donanması ile karıştırılmış, yazılı metinlerde tanrıların gazabını taşıyan fırtınalarla hareket eden büyük bir tarihe sahipti. Tüm bu tarihe rağmen Akdeniz'in derinlikleri gizemli kalıyor. Akdeniz'in dibi ne çok derin ne de çok sığdır, ancak uzun süredir bilim adamlarının gözünden kaçmıştır. Modern bilim ona ulaşmakta zorlandı. Martini ve ekibi bu sınır bölgesinde büyüleyici bir gizemle karşı karşıya kaldı.


 

Martini'nin görevi Akdeniz'in dibini haritalamaktı. Görevini yerine getirirken harika bir keşifle karşılaştı. Büyük daireler yan yana mükemmel bir şekilde düzenlenmiştir. Bu sıradışı imajla karşı karşıya kalan martini ve ekibi, çalışmalarının gidişatını bu gizemli oluşumlara çevirdi. Ekip, bu bölümlerin tam olarak nasıl ve ne zaman ortaya çıktığına daha yakından bakmak için tüplü dalış kıyafetleri giydi. Ekip, bozulmamış ve sıra dışı bir ekosistemi keşfetmekten mutluluk duyuyordu. Halkalar deniz tabanında tam olarak bin üç yüz dev daireydi, hepsi aynı boyuttaydı, bu yüzden ortalama yirmi bin metreydi.İlk başta, bilim adamları halkaların ne olduğunu anlayamadılar ve daha önce bilinmeyen bir şekilde büyüyen mercan yosunu olduklarını düşündüler. Yarım saat daldıktan sonra Martini bir halkaya yaklaştı, büyük kırmızı kalkerli alg çıkıntıları gördü. Ayrıca söz konusu sırt, soluk çakıl benzeri döküntülerin içinde uçsuz bucaksız bir çorak araziyle çevriliydi.Her ne kadar martini ve ekibi bir yandan bu gizemli ekosistemi keşfetmek için araştırmalarına coşkuyla devam etseler de, diğer yandan gerçek bir tehlikeyle karşı karşıya oldukları için bozulmamış ve sıra dışı. Ürkütücü derecede mükemmel olan dairelerin konumu. Bölge bir nakliye bölgesiydi ve demirlemiş gemiler bu keşif ve araştırmayı her an bozabilirdi. Martini ekibi, Akdeniz'in dibinin gizemini çabucak çözmek zorunda kaldı.

image.png

Güneşin altında yirmi bir bin yıl

Dalış ekibi, zamandan en iyi şekilde yararlanmak için Akdeniz'in dibindeki dairelere altı ani dalış yaptı. Bilim adamları tarafından yapılan ikinci şaşırtıcı keşif, daireler Tepelerinin ortasındaki en eski malzemenin yaklaşık yirmi bin yaşında olmasıdır. İklim uzmanlarına göre bu keşif, verilen dönemin derin bir gezegensel değişim yaşadığını gösteriyor. Sonuç olarak, binlerce yıl önce, Akdeniz'in bugünden çok daha soğuk ve sığ olduğu zamanlarda, gizemli halkaların bulunduğu keşfedilen alan, bugün yüzeyden 20 metreden daha az bir yükseklikte ve güneş ışığı altında bulunuyordu.

image.png

3 bin yıl önce

Araştırmanın sonuçları, halkaların içindeki çıkıntıların kalsiyum karbonattan yapılmış fotosentetik organizmalar oluşturan tortular olduğunu ortaya koydu. Bilim adamları bu birikintilerin oluşumunu son Buzul Çağına bağlarlar. Güneşli deniz tabanına binlerce yosun kolonisi yerleşmiş olabilir. Ve yaklaşık üç bin yıl önce, bu algler birkaç metre yüksekliğindeki kubbeler gibi ortaya çıktı ve dışa doğru büyüdü. Ve bugünkü haline dönüştü. Sonunda kenarlar yuvarlandı ve konilerin tabanındaki mükemmel dairelere yerleşti. Başka bir deyişle, bu mükemmel ve kusursuz halkalar için tahmin edilen şey buydu.

Kaynak:https://www.milliyet.com.tr/pembenar/akdenizin-dibinde-1300-dev-halka-yillarca-gozden-kacti-degisimin-isaretiymis-7333403
 

image.png

zaman kuasikristal: Yeni türü

Bilim adamları yeni bir 'zaman kuasikristal' türünün keşfini duyurdular.
Uzun araştırmalardan sonra, bilim adamları kuantum mekaniği alanında büyük ilerleme kaydettiler. ABD'nin Washington Üniversitesi'nden bilim adamları, 'zamana kuasikristalleri' olarak bilinen yeni bir madde evresinin keşfini duyurdular.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
23.03.2025

 

Çalışmada yer alan fizikçilerden öğretim üyesi Chong Zu yaptığı açıklamada, “Esasen RAM'in kuantum analoğu gibi uzun süreler boyunca kuantum hafızasını depolayabilirler. Bu tür bir teknolojiden çok uzağız. Ancak bir zaman kuasikristali yaratmak önemli bir ilk adım. Bu maddenin tamamen yeni bir aşaması” ifadelerini kullandı.Bu, zaman kristallerinin ilk kez gözlemlenmesi değildir. Geçmişte farklı malzemeler kullanılarak deneysel olarak birkaç kez gözlemlenmişlerdir.Bir zaman Kristali nasıl oluşturulur: Bazı karbon atomları, bir elmasın kristal kafesinden dışarı atılır ve komşu bir azot atomu ve boş bir alan olan azot boşluk merkezi olarak bilinen şeyi yaratır.Araştırmacılar, sonuçların kuantum dünyasını ve zaman kristallerinin kendilerini daha iyi anlamaya yardımcı olabilecek yeni bilgiler sağladığı sonucuna vardılar.

Kaynak:https://www.milliyet.com.tr/dunya/fizikciler-yeni-bir-zaman-kuasikristal-turu-kesfetti-7335822
 

image.png
İnsansı robotların gelişimi hızla devam ederken, Norveç merkezli bir şirketin tasarladığı robot evlerde test edilecek.

İnsansı robotların geliştirildiği ve çeşitli alanlarda kullanılmak üzere piyasaya sürülmeye başladığını görüyoruz. Özellikle yapay zekanın hızla gelişmesi, bu insansı robotların daha akıllı hale gelmesini sağlarken aynı zamanda daha fazla görevi yapabilmelerine de imkan sağlayacak. 

Norveç merkezli olan bir girişim olan 1X, geliştirdiği insansı robotu gerçek evlerde test etmeye hazırlanıyor.

Şubat ayında gösterime sunulan Neo gamma isminin verildiği insansı robot, ev işlerine ve günlük yaşama uyum sağlaması açısından tasarlanmıştı. Bir prototip olarak tasarlanan bu robot, gerçekçi senaryoların test edilmesi açısından evlerde test edilecek. 

İnsansı robotlar evlerin yeni üyesi oluyor: İşte ev işlerinin modern yardımcısı

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
23.03.2025

 

image.png

Daha önce ev işlerini yaparken gösterilen insansı robot, yapay zeka eklemesi sayesinde çevresinin farkında olarak, örneğin bir vazonun olduğu yeri silerken daha dikkatli yaklaşıyor. Süpürge yaparken, önünde bir evcil hayvan varsa ona göre hareket ediyor.

 

Yani çevresine zarar vermeden görevlerini yerine getirebilme kabiliyeti bulunuyor. Sesli komutlarla yönetilebilen Neo Gamma, bu yıl evlere giriyor ancak ne zaman satışa çıkacağı ya da çıkıp çıkmayacağı henüz bilinmiyor.

Kaynak:https://birtiktagundemm.wordpress.com/2025/03/23/insansi-robotlar-evlerin-yeni-uyesi-oluyor-iste-ev-islerinin-modern-yardimcisi/

image.png

Bu, Elon Musk'un uzaya roket fırlatmanın ayrıntılarını ilk kez açıklamadığı zamandır. Şirketi SpaceX gizlice casus uydusunu uzaya gönderdi. ABD'nin gizli görevi hakkında hiçbir ayrıntı yok.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
22.03.2025

 

Elon Musk'a ait SpaceX şirketi, NROL - 57 adlı gizli Amerikan keşif uydularından birini uzaya gönderme görevini üstlendi. Görev başarıyla tamamlandı. Gizli bir görevin parçası olarak uydu bir Falcon 9 roketi ile taşındı. Haber, uydunun Kaliforniya'daki Vandenberg Uzay Kuvvetleri Üssü'nden fırlatıldığını söylüyor. Şimdiye kadar, ABD Ulusal Keşif Ofisi tarafından yürütülen görev hakkında hiçbir ayrıntı verilmedi.

Elon Musk'ın casus uydusunun lansmanının ayrıntılarını gizli tutma kararı

ROKET BAŞARIYLA GERİ DÖNDÜ

Bu görev, SpaceX'in yeniden kullanılabilir roket teknolojisindeki başarısını bir kez daha kanıtladı. Roketin fırlatılması yerel saatle 23:49'da gerçekleşti ve ardından SpaceX'in canlı yayını yapıldı. Fırlatma sürecindeki en önemli anlardan biri, Falcon 9'un ilk aşamasının fırlatmadan yedi buçuk dakika sonra üsse başarılı bir şekilde geri dönmesiydi.

GİZLİ UYDU HANGİ GÖREV İÇİN KULLANILACAK?

image.png

Şimdiye kadar, ABD Ulusal Keşif ve istihbarat Ofisi tarafından NROL - 57'nin misyonu ve kullanımları hakkında hiçbir açıklama yapılmadı. ABD Ulusal Keşif ve istihbarat Ofisi, ABD keşif ve istihbarat uydularını tasarlayan ve yöneten ofistir.Uydunun görevi, ne zaman ve hangi yörüngeye yerleştirileceği hakkında hiçbir bilgi paylaşılmamıştır. Bu gizli uydunun ABD istihbaratının faaliyetlerine katkıda bulunması bekleniyor.

Kaynak:https://www.karar.com/teknoloji-haberleri/elon-muskin-kurucusu-oldugu-spacexten-yeni-hamle-casus-uydusunu-1944054
 

image.png

Araştırmacılar Antarktika'da 1,2 milyon yıldan daha eski olabilecek buz çekirdekleri bulduklarını söylüyorlar.

1,2 Milyon yıllık buz çekirdeğinin incelenmesi

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
22.03.2025

 

Bu keşifle bilim adamları, yaklaşık 1,2 milyon yıl önce Dünya'nın iklim tarihine ışık tutmayı planlıyorlar. Bilim adamları keşfedilen buz çekirdeğini inceleyecek ve atmosferik gazların, tozun ve izotopik bileşimlerin kaydını inceleyecek. Bu, " Beyond EPİCA - Oldest Ice" projesinin web sitesinde duyurulan şeydi. Proje Avrupa Komisyonu tarafından desteklenmektedir.

Açıklamada ayrıca derinlemesine çalışmaların ardından Antarktika'dan buz çekirdeklerinin çıkarıldığı da belirtiliyor. Yaklaşık iki bin sekiz yüzüncü derinlikten çıkarılan çekirdekler, özel bir araştırma gemisinde eksi elli derecede tutulan özel kaplarda Avrupa'ya taşındı. Çekirdeklerin Nisan ayında İtalya'ya gelmesi planlanıyor. Daha sonra Almanya'ya taşınacak ve burada projeye katılan araştırma kurumlarının laboratuvarlarına dağıtılmak üzere küçük parçalara ayrılacak.

'Beyond EPICA' projesinin koordinatörü Carlo Barbante, “Geçen sondaj sezonunda kayda değer bir başarı elde edildi. Son birkaç günde, son 1,2 milyon yılın ve belki daha da öncesinin geçmiş iklim tarihini ortaya çıkaracak analizler planladık. Numuneleri yakında almayı dört gözle bekliyoruz” dedi.

Kaynak:http://www.dha.com.tr/dunya/1-2-milyon-yillik-buz-cekirdekleri-incelenecek-2605279
 

image.png
image.png

Dünyada her 5 kişiden 1’inin insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkilerini güçlü şekilde hissettiği belirlendi. Bağımsız bilim kuruluşu ‘Climate Central’ Aralık 2024-Şubat 2025 döneminde iklim değişikliğinin etkilerine dair rapor yayımladı. Söz konusu dönemde kömür, benzin ve metan gazının salınımının hava sıcaklıklarına etkisinin incelendiği raporda, 220 ülke ve 940 şehirdeki ortalama hava sıcaklıkları baz alındı.

Raporda, dünya üzerinde her 5 kişiden 1’inin beklenmeyen sıcaklıkları hissettiğini ve böylece insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkilerinin ilk elden hissedildiği belirtildi.

İklim değişikliği etkilerini hissettiriyor

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
22.03.2025

 

Dünyadaki sıra dışı sıcaklıklar hissediliyor

image.png

Bu dönemde, dünya üzerinde 394 milyon kişinin ‘riskli derecede’ sıcak hava ile karşı karşıya kaldığı belirtilen raporda, bu kişilerin yüzde 74’ünün Afrika’da yaşadığı belirtildi.

Raporda, 28 Şubat 2025’te dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 37’sine tekabül eden 3 milyar kişinin ‘riskli derecede’ sıcak hava durumu ile karşı karşıya kaldığı söylendi.

Kaynak:https://birtiktagundemm.wordpress.com/2025/03/21/iklim-degisikligi-etkilerini-hissettiriyor/

Yerli yapay zeka: meme kanserinin erken teşhisi

image.png

PACS sistemleriyle entegre çalışabilen ve mobil erişime açık olan Mamosis, özellikle kırsal bölgelerde erken müdahale şansını artırıyor. 2021 yılında akademik bir proje olarak başlayan girişim, Perasoft’un desteğiyle ticari bir sağlık teknolojisi ürününe dönüştü.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
21.03.2025

 

Mamosis, radyografi yoluyla meme kanseri teşhisi sürecinde insan hatalarını azaltmayı amaçlayan gelişmiş bir yapay zeka modelidir. Meme kanseri tanısında Mamosis yüzde doksan doğruluğa ulaşmıştır. Mamosis, doğruluk oranını kademeli olarak artıran sürekli bir öğrenme yapısına sahiptir. Mamosis'in benzersiz özelliği, mevcut PACS sistemleriyle bütünleşme yeteneğidir, bu nedenle yeni bir finansal yatırıma gerek yoktur. Ayrıca özellikle kırsal ve dezavantajlı bölgelerde teşhis sürecini hızlandırarak erken müdahale şansının artmasına katkıda bulunan programa mobil cihazlar üzerinden de ulaşılabiliyor.Mamosis, Antalya Şehir Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi'nden bir grup akademisyen ve doktor tarafından 2021 yılında geliştirilen akademik bir araştırma projesidir. Projenin amacı, bir yandan meme kanseri teşhisinde yaşanan gecikmeleri ortadan kaldırmak, diğer yandan uzman kıtlığı krizini çözmekti. Ardından Pera soft'un desteğiyle bir sağlık teknolojisi girişimine dönüşen proje, ticari bir Ar-Ge ürünü haline geldi.

DOĞRU GÜVENİLİR VERİ TAHMİNİ

Ekonomim'e verdiği röportajda Pera soft'un kurucu ortağı oğuzhan Çevik, meme kanseri teşhisinde en büyük zorluklardan birinin doğru ve güvenilir veriler sağlamak olduğunu söyledi. Oğuzhan, hasta mahremiyetine ilişkin düzenlemeler nedeniyle yüksek kaliteli verilerin karşılanmasının zor olduğunu da sözlerine ekledi. Ayrıca Microsoft gibi teknoloji devlerinden gelen maddi desteğin Mamosis'in potansiyelini kanıtlamaya yardımcı olduğunu vurguladı. Ve bununla yabancı yatırımcıların radarlarına girmeyi başardılar. Oğuzhan, kısa vadeli hedeflerinin meme kanseri teşhisinin doğruluk oranını artırarak Türkiye genelinde daha geniş bir kullanım alanı sağlamak olduğunu söyleyerek sonuca vardı. Çevik, “Sağlık profesyonellerine yönelik eğitim ve bilgilendirme programları düzenleyerek, Mamosis’in etkin kullanımını yaygınlaştırmayı planlıyoruz."Uzun vadeli hedeflerinden bahseden Ozuğhan, hedeflerinin Mamosis'i dünya pazarlarda tanıtarak uluslararası standart teşhis aracı yapmak olduğunu söyledi. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde erken tanı oranlarını artırarak sağlık hizmetlerinde eşitliği sağlama isteklerinden bahsetti. Ayrıca Ozuğhan, hedeflerinden birinin sağlık alanında daha düşük maliyet ve zamanda aynı zamanda yenilikçi çözümler sunabilmek için yapay zeka teknolojisini sürekli geliştirmek olduğunu söyledi. Farklı ülkelerin sağlık sistemlerine entegre olmayı planladıklarını vurguladı.

SAĞLIK TEKNOLOJİLERİ 1 TRİLYON DOLARI AŞACAK

İstatistiklere göre, 2023'te yalnızca sağlık teknolojisi sektörüne altı yüz milyar dolar harcandı. Bu büyümenin temelinde yapay zeka, dijital sağlık platformları, tele sağlık hizmetleri, giyilebilir cihazlar ve sağlık veri analitiği gibi yenilikçi çözümler yer alıyor. Uzmanlar, sektörün harcamalarının 2030 yılına kadar bir trilyon doları aşacağını öngörüyor. Ve bu yıllık yüzde 10'luk bir büyüme ile. Bu pazarın büyümesini destekleyen faktörler arasında şunu buluyoruz: insanlar arasında yaşlanma oranındaki artış, kronik hastalıklardaki artış ve sağlık hizmetlerine erişim ihtiyacının artması. Türkiye, sağlık teknolojileri alanındaki yeteneklerini geliştirmek için çalışmış ve bu konuda önemli adımlar atmış ülkelerden biridir. 2023'ten itibaren devlet, sağlık teknolojileri alanındaki yatırım bütçesini ikiye katlayarak on milyar dolara ulaştı.Dijital dönüşüm projeleri ve devlet destekli yatırımlar sayesinde sağlık sektörü hızla ivme kazanmıştır.

Kaynak:https://www.karar.com/teknoloji-haberleri/yerli-yapay-zekayla-meme-kanserinde-erken-teshis-1943927
 

Namibya Çölü'nün kayaları: bilinmeyen bir yaşam formu 

Yeni bir keşifte, bilim adamları Güney Afrika ve Arap Yarımadası çöllerindeki kayalıklarda küçük yapılar buldular. Bilim adamları bunun bir yaşam biçimi olabileceğinden şüpheleniyorlar.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
21.03.2025

 

image.png

Yayınlanan araştırmanın sonuçları şu şekilde geldi: Araştırmacılar, Güney Afrika ve Arap Yarımadası çöllerindeki yamaçlarda küçük yapıların bulunduğunu açıkladılar. Bilim adamları, küçük yuvaların içinde ve çevresinde biyolojik materyal kanıtı buldular. Bu olağandışı oluşumların jeolojik bir süreçle değil, bilinmeyen gizemli bir yaşam formuyla oluştuğundan emin olduklarını vurguluyorlar.Mikro yuvalar üzerine yeni bir çalışmanın ilk yazarı olan Profesör Cees Passchier, "Bu tüplerin açıkça jeolojik bir sürecin sonucu olmaması bizi şaşırttı. Şu anda bunun nesli tükenmiş bir yaşam formu mu yoksa bir yerlerde hala hayatta olan bir yaşam formu mu olduğunu bilmiyoruz" dedi.

Kaynak:http://www.dha.com.tr/dunya/namibya-colu-kayaliklarinda-bilinmeyen-yasam-formu-bulundu-2604959
 

image.png

Çin ile Güney Afrika arasında uydu üzerinden 12 bin 900 metre mesafeden kuantum iletişim rekoru elde edildi

Çin ile Güney Afrika arasında uydu aracılığıyla 12 bin 900 metre uzaklık mesafesiyle gerçekleştirilen kuantum iletişim rekoru kırıldı.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
21.03.2025

 

Şinhua ajansının haberine göre Çin Teknoloji ve Bilim Üniversitesi’nden araştırmacılar, Jinan-1 teknoloji test uydusunu kullanarak Çin’deki yer istasyonundan Güney Afrika’daki yer istasyonuna gerçek zamanlı kuantum anahtar dağıtımı (QKD) yapmayı başardı.

Şifrelenmiş sinyalleri 12 bin 900 metrelik mesafeye aktaran araştırmacılar, dünyanın en uzun mesafeli güvenli kuantum iletişimini gerçekleştirdi.

Çin Teknoloji ve Bilim Üniversitesi’nden araştırmacılar, 2022’de 833 kilometrelik fiber optik kablo aracılığıyla kuantum anahtar dağılımını gerçekleştirerek bu alanda rekor kırmıştı.

Araştırmanın sonuçları ‘Nature’dergisinde yayınladı.

Kaynak:https://birtiktagundemm.wordpress.com/2025/03/20/cin-ile-guney-afrika-arasinda-uydu-uzerinden-12-bin-900-metre-mesafeden-kuantum-iletisim-rekoru-elde-edildi/

SpaceX Dragon kapsülü, onlarla iletişimin kesilmesinden dokuz ay sonra astronotları dünya'ya geri döndürüyor

NASA, astronotları Dünya'ya taşıyan SpaceX Dragon kapsülünün başarılı iniş anını paylaştı. Geri dönen astronotlar, Uluslararası Uzay İstasyonunda 9 ay mahsur kaldılar.

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
20.03.2025

 

NASA, astronotları Dünya'ya taşıyan SpaceX Dragon kapsülünün başarılı iniş anını paylaştı. Geri dönen astronotlar, Uluslararası Uzay İstasyonunda 9 ay mahsur kaldılar.Uluslararası Uzay İstasyonunda dokuz ay mahsur kaldıktan sonra dünya'ya dönen iki astronot, Butch Wilmore ve Sonny Williams'dır. İki astronot, SpaceX Dragon kapsülü ile dünya'ya başarıyla döndü. Ve Amerikan uzay ajansı (NASA) astronotların kapsülle iniş anını canlı yayınlamıştı.

Uzay Yolculuğunun Zorlukları ve İniş

Wilmore ve Williams'a diğer iki astronot, Nick Hague ve Rus kozmonot Alexander Gorbunov eşlik etti. Astronotları taşıyan kapsül, 17 saatlik bir uçuştan sonra Florida kıyılarına indi. İniş, şehrin yerel saatinde yaklaşık 17.57'de gerçekleşti.

Uzayda Mahsur Kalma Süreci

Astronotlar Wilmore ve Williams, 5 Haziran 2024'te Boeing Starliner kapsülünde ıss'ye bir göreve gittiler. Kapsüldeki teknik bir arıza nedeniyle geri dönüşleri ertelendi, NASA kapsülü boş iade etme emri verdi. Bu yüzden astronotlar neredeyse 9 ay boyunca ıss'de mahsur kaldılar.

Yeni Mürettebatın Görevi Devralması

Crew-10 ekibi, SpaceX'in Dragon kapsülü ile 16 Mart’ta ISS’ye ulaştı. Yeni mürettebat, Wilmore ve Williams'tan ISS hakkında eğitim aldı. Crew-10 ekibinde NASA'dan Anne McClain (misyon komutanı) ve Nichole Ayers (misyon pilotu), Japonya Uzay Araştırma Ajansı'ndan (JAXA) Takuya Onişi ve Rusya Federal Uzay Ajansı'ndan (Roscosmos) Kirill Peskov yer alıyor.

Kaynak:https://www.muhalif.com.tr/bilim-teknoloji/uluslararasi-uzay-istasyonunda-9-ay-mahsur-kalan-astronotlar-spacex-dragon-kapsuluyle-dunyaya-dondu/703397
 

b227d9_607d1982349140c2895438ee80967c00~mv2.png

Evrenin büyük gizemini çözmek

Araştırmacılar büyük bir keşfin eşiğinde mi. Bilim adamları, evren hakkındaki son araştırmalarında, evrenin genişlemesine izin veren karanlık enerjinin zaman içinde değişebileceğini söylüyorlar. Aslında, eğer bu keşif doğrulanırsa, evrenin doğası hakkındaki mevcut teoriler kökten değişecektir.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
20.03.2025

 

DESI VERİLERİ NEYİ İFADE EDİYOR?

image.png

Bilim dünyasının en büyük gizemlerinden biri olan karanlık enerji. Karanlık enerji, 1998'de keşfedildiğinden beri, evrenin genişlemesine izin veren gizemli güçtür. Keşfedildiğinde, bilim adamları evrenin genişlemesini hızlandıranın bu enerji olduğu konusunda anlaştılar ve bunun sabit bir güç olduğunu varsaydılar.Son DESI (Karanlık Enerji spektroskopisi aleti) araştırmalar, karanlık enerjinin zaman içinde değişebileceğine dair yeni kanıtlar sağlamıştır. Bu sonuçlar doğrulanırsa, evrenin temel işleyişi hakkındaki mevcut teoriler radikal bir revizyona tabi tutulacaktır.

image.png

DESI VERİLERİ NEYİ İFADE EDİYOR?

Arizona’daki Kit Peak Ulusal Gözlemevi’nde yer alan DESI teleskopu, 5.000 optik fiber kullanarak galaksileri tarayarak Evren’in genişleme hızını ölçüyor. 2024’te ilk kez tespit edilen sapma, bir yıl içinde daha da belirgin hale geldi. Portsmouth Üniversitesi'nden Prof. Seshadri Nadathur, "Kanıtlar artık çok daha güçlü. Verilerde bilinmeyen bir hata olmadığından emin olmak için ek testler gerçekleştirdik" dedi.

BİLİM İNSANLARI: 'BÜYÜK BİR KEŞFİN EŞİĞİNDEYİZ'

Bilim adamları bu keşfin nihai sonuçlarına ulaşmamış olsalar da, Edinburgh Üniversitesi'nden Kraliyet Astronomu Profesör Kathrin Heimans, bilim dünyasında çok fazla heyecana neden olduğunu belirtiyor. Konuyla ilgili yorum yapan profesör, "2024'te kimse tam olarak emin değildi, ancak şimdi çok daha fazla verimiz var. Bu gerçekten büyük bir keşfe dönüşebilir."Ünlü astronom Profesör Ofer Lahav keşif hakkında şu yorumu yaptı: "Bu kritik bir an; evrenin doğasını yeniden düşünmek zorunda kalabiliriz."Gelişimin önemini de vurguladı.

image.png

KARANLIK ENERJİ NEDEN DEĞİŞİYOR?

Bilim adamları, mevcut fizik kurallarının karanlık enerjinin değişimini açıklamak için yetersiz olduğunu açıklıyor. Yani bu sorunun cevabı henüz bilinmiyor. Eğer karanlık enerji gerçekten değişiyorsa, bu enerjide meydana gelen değişiklikleri anlamak için tamamen yeni bir fizik teorisi gerekir.Prof. Ofer Lahav bu belirsizliği şöyle ifade ediyor: "Kim bilir! Eğer bu sonuçlar doğruysa, yeni bir mekanizma keşfetmemiz gerekecek ve bu yepyeni bir teori anlamına gelebilir. Bu yüzden çok heyecan verici!"

b227d9_607d1982349140c2895438ee80967c00~mv2.png

Evrenin büyük gizemini çözmek

Araştırmacılar büyük bir keşfin eşiğinde mi. Bilim adamları, evren hakkındaki son araştırmalarında, evrenin genişlemesine izin veren karanlık enerjinin zaman içinde değişebileceğini söylüyorlar. Aslında, eğer bu keşif doğrulanırsa, evrenin doğası hakkındaki mevcut teoriler kökten değişecektir.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
20.03.2025

 

DESI VERİLERİ NEYİ İFADE EDİYOR?

image.png

Bilim dünyasının en büyük gizemlerinden biri olan karanlık enerji. Karanlık enerji, 1998'de keşfedildiğinden beri, evrenin genişlemesine izin veren gizemli güçtür. Keşfedildiğinde, bilim adamları evrenin genişlemesini hızlandıranın bu enerji olduğu konusunda anlaştılar ve bunun sabit bir güç olduğunu varsaydılar.Son DESI (Karanlık Enerji spektroskopisi aleti) araştırmalar, karanlık enerjinin zaman içinde değişebileceğine dair yeni kanıtlar sağlamıştır. Bu sonuçlar doğrulanırsa, evrenin temel işleyişi hakkındaki mevcut teoriler radikal bir revizyona tabi tutulacaktır.

image.png

DESI VERİLERİ NEYİ İFADE EDİYOR?

Arizona’daki Kit Peak Ulusal Gözlemevi’nde yer alan DESI teleskopu, 5.000 optik fiber kullanarak galaksileri tarayarak Evren’in genişleme hızını ölçüyor. 2024’te ilk kez tespit edilen sapma, bir yıl içinde daha da belirgin hale geldi. Portsmouth Üniversitesi'nden Prof. Seshadri Nadathur, "Kanıtlar artık çok daha güçlü. Verilerde bilinmeyen bir hata olmadığından emin olmak için ek testler gerçekleştirdik" dedi.

BİLİM İNSANLARI: 'BÜYÜK BİR KEŞFİN EŞİĞİNDEYİZ'

Bilim adamları bu keşfin nihai sonuçlarına ulaşmamış olsalar da, Edinburgh Üniversitesi'nden Kraliyet Astronomu Profesör Kathrin Heimans, bilim dünyasında çok fazla heyecana neden olduğunu belirtiyor. Konuyla ilgili yorum yapan profesör, "2024'te kimse tam olarak emin değildi, ancak şimdi çok daha fazla verimiz var. Bu gerçekten büyük bir keşfe dönüşebilir."Ünlü astronom Profesör Ofer Lahav keşif hakkında şu yorumu yaptı: "Bu kritik bir an; evrenin doğasını yeniden düşünmek zorunda kalabiliriz."Gelişimin önemini de vurguladı.

image.png

KARANLIK ENERJİ NEDEN DEĞİŞİYOR?

Bilim adamları, mevcut fizik kurallarının karanlık enerjinin değişimini açıklamak için yetersiz olduğunu açıklıyor. Yani bu sorunun cevabı henüz bilinmiyor. Eğer karanlık enerji gerçekten değişiyorsa, bu enerjide meydana gelen değişiklikleri anlamak için tamamen yeni bir fizik teorisi gerekir.Prof. Ofer Lahav bu belirsizliği şöyle ifade ediyor: "Kim bilir! Eğer bu sonuçlar doğruysa, yeni bir mekanizma keşfetmemiz gerekecek ve bu yepyeni bir teori anlamına gelebilir. Bu yüzden çok heyecan verici!"

image.png

50 MİLYON GALAKSİ ÜZERİNDE DETAYLI ARAŞTIRMA

DESI, karanlık enerji konusunu araştırma görevini üstlenecek. DESI, önümüzdeki iki yıl içinde 50 milyon galaksiyi ve diğer parlak nesneleri gözlemleyerek verileri doğrulamaya çalışacak. Ek olarak, Avrupa Uzay Ajansı'nın (ESA) Euclid misyonu, evrenin derinliklerini inceleyerek daha fazla bilgi sağlayacaktır.

image.png

EVREN BEKLEDİĞİMİZDEN DAHA KARMAŞIK OLABİLİR

Karanlık enerjinin değişken olduğu hipotezinin ortaya çıkmasından sonra; Bilim adamları, evrenin önceden düşünülenden daha karmaşık olabileceğini doğrulamaktadır. Kaliforniya'daki Lawrence Berkeley Ulusal Laboratuvarı'ndan Andri Cuceu bu gizeme dikkat çekerek, "Evrenin işleyişini anlamaya çalışıyoruz ve belki de düşündüğümüzden daha karmaşık bir tabloyla karşı karşıyayız."

Kaynak:https://www.aydinlik.com.tr/fotogaleri/evrenin-buyuk-gizemi-cozuluyor-karanlik-enerji-kontrolden-cikiyor-mu-515955

Dünya Meteoroloji Örgütü, 2015-2024 yılları arası kayıtlara en sıcak 10 yıl olarak geçti.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
20.03.2025

 

image.png

WMO: 2015-2024 yılları arasında Dünya en sıcak 10 yılını yaşadı

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), iklim değişikliğine ve bunun Dünya üzerindeki etkileriyle ilgili yeni bir rapor yayınladı. Raporda, iklim değişikliği etkilerinin hızla arttığı 2015-2024 döneminin kayıtlara ‘en sıcak 10 yıl’ olarak geçtiği belirtilerek, 2024’te küresel sıcakların ilk kez 1850-1900 yıllarındaki sanayi öncesi döneme göre 1,5 santigrat dereceden fazla arttığı bildirildi.

 

Raporda, 2024’te kaydedilen rekor sıcaklıkların temel sebeplerinin, sera gazı emisyonlarındaki artış olduğu belirtilerek, gezegeni serinleten La Nina hava olayının sıcaklık artışına neden olan El Nino’ya dönüşmesinin de bu yükselişi etkilediği açıklandı.

 

Atmosferde kaydedilen karbondioksit, metan ve azot oksit seviyelerinin ise son 800 bin yılın en yüksek seviyesine ulaştığı bilgisine yer verilen raporda, 2024’ün, son 65 yılın ‘en sıcak okyanus yılı’ olduğu ifade edildi. Antarktika’daki buzul alanının son 3 yıl içinde en düşük seviyelerde görüldüğü ve buzulların kütle kaybının bugüne kadar kaydedilen en yüksek seviyeye geldiği belirtilen raporda, deniz seviyesindeki yükselme oranının 1993’te ilk uydu kayıtlarının alınmaya başlamasından bu yana 2 katına çıkarak 2024’te en yüksek seviyeye ulaştığının altı çizildi.

 

Okyanuslardaki asitlenmenin giderek arttığı kaydedilen raporda, habitat alanı, biyolojik çeşitlilik ve ekosistemler üzerinde etkili olan bu durumun mercan resifleri gibi kabuklu deniz ürünleri yetiştiriciliği ve balıkçılıktan elde edilen gıda üretimini de olumsuz etkilediği bildirildi.

 

Raporda, ayrıca 2024’te iklim etkilerinin yol açtığı doğal felaketler sonucu yerlerinden edilen kişilerin sayısının son 16 yılda kaydedilen en yüksek sayı olduğu ifade edildi.

Kaynak:https://birtiktagundemm.wordpress.com/2025/03/19/wmo-2015-2024-yillari-arasinda-dunya-en-sicak-10-yilini-yasadi/

Konuşma yeteneğimizin kökeni: Afrika'da tek bir genetik mutasyon Bilim adamları yıllardır konuşma yeteneğinin neden sadece insanlarda var olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Bilim adamları, yeni araştırmaların bu konuda önemli kanıtlar bulduğunu söylüyor.

Sadece insanlar konuşur

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
19.03.2025

 

Araştırmanın sonuçları şu şekilde geldi: chip'e göre, modern insanlarda bulunan küçük bir genetik değişiklik, karmaşık konuşma yeteneğimizin arkasındaki ana nedenlerden biri olabilir. Araştırmalar, bu genetik değişimin Neandertaller ve Denisovalılar gibi soyu tükenmiş atalarımızda olmadığını gösteriyor.

Beyindeki kilit aktör: NOVA1

Bilim adamları araştırmalarını NOVA1 adlı bir protein üzerinde yürüttüler. Protein, NOVA1, nöronların bilgiyi nasıl işlediği konusunda önemli bir rol oynar. Rockefeller Üniversitesi'nden araştırmacılar, nova1'deki bir gen mutasyonunun konuşulan dilin gelişimi üzerinde önemli bir etkisi olduğunu söylüyor. Bilim adamları bu değişikliği erken insanları diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerden biri olarak görüyorlar.NOVA1 proteininin beynin gen ifadelerini ve sinir hücreleri üzerindeki etkisini düzenlemek için bir kılavuz görevi gördüğü söylenebilir. Bilim adamları, modern insanlarda NOVA1 geninin versiyonunun, Neandertallerde, Denisovalılarda ve diğer hayvanlarda bulunan versiyondan sadece bir amino asit değişikliği ile farklı olduğunu söylüyorlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu küçük genetik farklılık, insanların konuşma yeteneğiyle temsil edilen büyük bir dönüşüme yol açtı.Her zaman bilindiği gibi bilim adamları tarafından yapılan ilk bilimsel deneyler hayvanlar üzerinedir. NOVA1'DE meydana gelen genetik değişimin etkisini anlamak için bilim adamları, genetik mühendisliği yardımıyla fareler üzerinde deneyler yaptılar. Araştırmacılar, bazı farelerin NOVA1 genini insan versiyonuna geçirdiler. Sonuçlar ilginç çıktı, çünkü bilim adamları farelerin ses çıkarma biçiminde gözle görülür değişiklikler fark ettiler.Sonuçlar, NOVA1'İN beyindeki sesleri oluşturma ve işleme sürecinde kilit bir rol oynadığını gösteriyor. İnsan genini taşıyan bebek fareler, annelerinden ayrıldıklarında diğer farelere göre farklı sesler çıkardılar. Yetişkin erkek fareler çiftleşme çağrılarında özgün desenler yaratı.

image.png
image.png

Konuşma yeteneği, sadece tek bir gene mi bağlı?

Bilim adamları tarafından yapılan araştırmaların sonuçları, NOVA1 geninin insan konuşmasının gelişimindeki önemini ortaya koydu. Ancak aynı zamanda, bu sonuçlar bir kişinin konuşma yeteneğinin tek bir gene bağlı olmadığını doğrulamaktadır. NOVA1 geninin insan konuşmasının temel direklerinden biri olduğu söylenebilir, ancak rolünün yanı sıra bu yeteneğin gelişiminde rol oynayan başka faktörler de vardır. Bu araştırma, gelecekte konuyla ilgili daha fazla araştırma için sağlam bir temel oluşturmaktadır.Neandertaller ve Denisovanlar neden konuşamıyordu?Araştırmacıların Neandertallerin ve Denisovalıların DNA'sını incelemelerinin sonuçları şu şekilde geldi: Neandertaller ve Denisovalılar, NOVA1 geninin modern insanlarda bulunandan farklı bir kopyasına sahipler. Araştırma, modern insanların bu genetik mutasyonu Afrika'da insan evriminin bir noktasında geliştirmiş olabileceğini söylüyor. Bu mutasyon daha sonra diğer popülasyonlara yayıldı. Bilim adamları bu mutasyonu insanın konuşma yeteneğinin temeli olarak görüyorlar.

Kaynak:https://www.cumhuriyet.com.tr/bilim-teknoloji/konusmak-neden-insana-ozgu-2310742
 

image.png

BILINÇ ÖLDÜKTEN SONRA NE KADAR AÇIK KALIYOR?

Ölüm, insanlığın düşündüğü en önemli şeylerden biri olarak kabul edilir. Bir kişi sadece bir kez ölür. Bir kişi ölümü düşünmekle meşguldür, tüm olasılıkları düşünür ve ölümle ilgili birçok soru sorar. İnsan düşüncesini meşgul eden sorular arasında ölümden sonraki bilincin kaderi de vardır. Bir insanın hayatı gerçekten bir roman gibi gözlerinin önünden geçer mi? Ve bir sürü soru.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
19.03.2025

 

Fransız tarihini okuduktan ve Giyotini öğrendikten sonra; Birleşik Krallık’taki Bangor Üniversitesi'nde bilişsel sinirbilim profesörü olan profesör Guillaume Thierry, beynin vücuttan ayrıldıktan sonra bilgiyi ne kadar süre işlemeye devam edeceğini düşünmeye başladı. Açıklığa kavuşturmak için Giyotin, ölüm cezasına çarptırılan kişilerin kafalarını kesmek için kullanılan bir idam aracıdır.

image.png

6 dakika sonra

Bilim adamı Guillaume tarafından yapılan araştırmanın sonuçları şu şekilde geldi: beyin kalp durmasından 6 dakika sonra ölüyor. Bilim adamı, ölüm anında beynin bozulmasının asla tersine çevrilemeyecek bir seviyeye ulaştığını da sözlerine ekledi. Ve o anda bilicin, bir insanın kendisine ait olduğunu hissetme ve düşünme yeteneğini kaybetmeye başlar. Fareler üzerinde yapılan deneylerin sonuçları da şu şekilde geldi: sinir aktivitesi bilinç kaybından bir dakika sonra durur. Bu hipotezi doğrulayan sonuçlar elde edildi.

image.png

Daha uzun sürebilir

Bilim adamı Guillaume Thierry, beynin bilinçli kaldığı sürenin insanlarda çok daha uzun olabileceğini söylüyor. Bilim adamları, hastanın ölümünden sonra beynin ne kadar süre aktif kaldığını kanıtlamak için gerçek bir deneyin önündeydi. Bilim adamları 87 yaşındaki epileptik bir hastayı incelemek için elektroensefalograf kullandılar. Ancak hasta kalp krizinden öldü. Bu beklenmedik olay, bilim adamlarının ölen bir kişinin beyin aktivitesini ilk kez kaydetmelerine izin verdi. Ölüm sürecinde beyin 15 dakika aktif kaldığı için sonuç şaşırtıcıydı. Son olarak Dr. Thierry, bu sorunla ilgili aşırı koşulları olan kişilerin 6, 7, 8 hatta 10 dakika sonra hayata dönebileceğini, böylece beynin kapanmasının teorik olarak saatlerce sürebileceğini söylüyor.

Kaynak:https://www.milliyet.com.tr/molatik/bilim/bilinc-oldukten-sonra-ne-kadar-acik-kaliyor-6728387
 

image.png

Yapay zeka ajanlarının ortaya çıkışıyla beraber, internet siteleri için yok olma tehlikesi oluşuyor.

Yapay zeka, internet sitelerinin yok oluşuna sebep olabilir mi?

Yapay zeka alanında şahit olduğumuz atılımın önümüzdeki yıllarda yaşamın her alanında köklü değişimlere önayak olması bekleniyor. Üretimden ulaşıma, sağlık sektöründen fizik dünyasına kadar her alanda devrim yaratma potansiyeline sahip bu teknoloji, internet dünyası için de bir çağı kapatıp yeni bir çağ açabilir. Özellikle son günlerde adlarını sıkça duymaya başladığımız AI ajanları, internet sitelerinin geleceği için varoluşsal bir tehdit olarak görülmeye başlanmış durumda

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
19.03.2025

 

Donanımhaber’in de yer verdiği gibi geçen günlerde Çin’den çıkan Manus AI ile birlikte ilk somut örneklerini görmeye başladığımız AI ajanları, kullanıcıların talimatlarına göre pek çok görevi kendi başlarına yerine getirebiliyorlar. Tıpkı bir insan gibi internet sitelerini ziyaret edip oradan bilgi toplayabiliyor ya da randevu oluşturmak, alışveriş sepeti hazırlamak gibi çeşitli işlemleri uygulayabiliyorlar. Şu an daha yolun başında olan bu AI ajanları gelişip yaygınlaştıkça, kullanıcıların çok daha fazla şey için onlara bel bağlayacağı düşünülüyor. İnternet sitelerinin geleceğine dair endişe de buradan çıkıyor. Çünkü AI ajanları yaygınlaştıkça, bu siteleri ziyaret eden insan sayısının azalacağı düşünülüyor. Bu da mevcut gelir modellerinin çöktüğü bir gelecek anlamına geliyor.

ARAMA MOTORLARI YERİNİ YAPAY ZEKAYA BIRAKIYOR

Bunun ilk emarelerini yapay zeka destekli arama motorlarıyla görmeye başladık bile. Kısa süre öncesine kadar insanların bilgiye ulaşmak için arama motorlarını kullanarak arama yapmaları, sonra da burada listelenen internet sitelerini ziyaret etmeleri gerekiyordu. Yapay zeka destekli arama motorlarının ve ChatGPT gibi chatbot’ların çıkışı, özellikle basit konulardaki aramalarda internet sitelerine girmeyi insanların gözünde gereksiz bir hale getirdi.

Google aramalarının yaklaşık yüzde 60’ı herhangi bir internet sitesine gitmeden sonuçlandırılıyor. Çünkü ChatGPT ya da Google üzerinden arama yaptığınızda çoğu zaman hiçbir internet sitesine ihtiyaç duymadan aradığınız bilgiye anında erişim sağlayabiliyorsunuz. AI ajanlarının ise bunu bir adım daha öteye taşıyacağı düşünülüyor. Çünkü gelişmiş bir AI ajanı ilgi alanlarınızı öğrenip, her gün interneti tarayarak size özel bir bülten hazırlayabilir ya da duymak isteyeceğinizi düşündüğü en son haberleri düzenli olarak size özetleyebilir. Eğer bunlar içinden detayını öğrenmek istediğiniz bir içerik olursa sitesine gidip ilgili bölümleri size sesli olarak anlatabilir.

Kaynak:https://birtiktagundemm.wordpress.com/2025/03/18/yapay-zeka-internet-sitelerinin-yok-olusuna-sebep-olabilir-mi/

"Küçük şimşekler" ve dünyadaki yaşam

Çalışmalara göre, su damlacıkları arasındaki küçük elektroliz, yaşamın yapı taşları olan moleküller oluşturabilir.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
18.03.2025

 

image.png

Yeni bir çalışma, dünyadaki yaşamın ilk olarak şelaleler veya dalgalar küçük "şimşeklerin" su damlacıklarına akmasına neden olduğunda ortaya çıkmış olabileceğini gösteriyor.Hakemli dergi Science Advances'ta yayınlanan araştırma, erken atmosferde mevcut olan gaz karışımına püskürtülen suyun, RNA'daki moleküllerden urasil gibi organik kimyasal bileşiklerin oluşumuna yol açabileceğini gösteriyor. Araştırma, zıt yüklü su damlacıkları arasındaki küçük elektrik boşalmalarının, yaşamın yapıtaşı olan molekülleri üretebileceğini ortaya koyuyor.

Yeni keşfedilen mekanizma

Independent Türkçe'nin haberine göre, Stanford Üniversitesi'nden bu çalışmanın yazarlarından Richard Zare şunları söylüyor:Bunun, yaşamın yapıtaşlarını oluşturan moleküllerin prebiyotik sentezini sağlayan, yeni keşfedilmiş bir mekanizma olduğunu öne sürüyoruz.Araştırmacılar, oluşumundan sonra dünya'nın yaklaşık iki milyar yıl boyunca bir kimyasal girdap içerdiğini söylüyorlar. Yine de proteinler, enzimler, nükleik asitler ve yaşam için gerekli diğer bileşikleri yapmak için gerekli organik moleküller ortaya çıkmadı.Bu güne kadar, bu biyolojik bileşenlerin gerçekte nasıl ortaya çıktığının açıklaması bir gizem olmaya devam ediyor.

image.png

Amerikalı kimyagerler Stanley Miller ve Harold Urey tarafından 1952'de yapılan deney, olanlar için olası bir açıklama sağlamaya en yakın olanı olmaya devam ediyor. Deney şöyle diyor: Okyanuslara düşen yıldırım, atmosferin başlarında metan, amonyak ve hidrojen gibi gazlarla reaksiyona girmiş olabilir ve bu da yaşamı oluşturan organik moleküllerin oluşumuna yol açmış olabilir.Öte yandan, bu teorinin eleştirmenleri yıldırım çarpmalarının nadiren meydana geldiğini, ayrıca okyanusların bu senaryo için çok büyük ve dağınık olduğunu söylüyor.Bu bağlamda, Dr. Zari ve ekibi, erken organik moleküllerin ortaya çıkması için nadir yıldırım flaşları gerektirmeyen alternatif bir hipotez sundular.Çalışmaları, su damlacıklarının bileşiminin incelenmesine dayanmaktadır. Daha büyük su damlalarının genellikle pozitif yük taşıdığını, daha küçük damlaların ise negatif yük taşıdığını söylüyorlar. Bu zıt yüklü damlacıklar birbirine yaklaştığında, aralarında kıvılcımlar sıçrar. Ve buna "küçük şimşek" diyorlar.Deney şu şekildeydi: araştırmacılar, azot, metan, karbondioksit ve amonyak içeren erken karasal bir gaz karışımından oda sıcaklığında su püskürttüler ve yüksek hızlı kameralarla küçük ışık parlamalarını belgelediler.Deneyin sonucu şöyleydi: hidrojen siyanür, amino asit glisin, RNA'NIN kimyasal urasili gibi karbon-azot bağlarına sahip organik moleküller oluşturuldu.Bu deneyin sonucuna dayanarak, çalışma yıldırım çarpmalarının gerekli olmadığını ve dalgalardan veya şelalelerden gelen küçük kıvılcımların gezegende hayata başlamış olabileceğini iddia ediyor.Dr. Zare, "Dünya'nın erken dönemlerinde her yerde, yarıklarda veya kayalara çarpma şeklinde su püskürmeleri vardı ve bunlar birikerek bu kimyasal reaksiyonu yaratabilir" diyor.Doktor Zare gibi araştırmacılar, bu araştırmanın sonuçlarının Miller-Urey hipotezi ile ilgili birçok sorunu çözeceğine inanıyor.

Kaynak:https://www.cumhuriyet.com.tr/bilim-teknoloji/dunyadaki-yasami-mikro-simsekler-mi-baslatti-2310309
 

Suyun ötegezegenler üzerindeki etkilerini keşfetmek

Bilim adamları, James Webb Uzay Teleskobu'nu kullanarak ötegezegenlerde su aramak için geliştirdikleri yeni yöntemi açıkladılar.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
18.03.2025

 

image.png

ABD Cornell Üniversitesi'nden araştırmacılar, James Webb Uzay Teleskobu'nu kullanarak ötegezegenlerde su aramak için yeni bir yol geliştirdiler. Bu yöntem aşağıdakilerden oluşur: bilim adamları, Dünya'nın sıcak mantosunda meydana gelen kimyasal süreçleri inceleyerek Bazalt bazlı bir spektral kütüphane oluştururlar. Bilim adamları, bu yöntemin güneş sistemi dışındaki gezegenlerin yüzey kompozisyonunu belirlemeye ve bu gezegenlerde su varlığına dair kanıt elde etmeye yardımcı olabileceğini söylüyor.

"Yapısını çözmeye çalışıyoruz"

Cornell Üniversitesi’nden Mühendislik Profesörü Esteban Gazel, “Dünya’nın mantosu eridiğinde bazalt oluşur. Mars’ın mantosu eridiğinde de bazalt oluştu. Ay’ın yüzeyi büyük ölçüde bazalttan oluşuyor. Bu nedenle, Dünya’daki bazaltları analiz ederek JWST’den gelen verilerle ötegezegenlerin yapısını çözmeye çalışıyoruz” dedi.Ghazal ve Macalester Koleji'nden; Asistan Emily Furst, Nature Astronomy dergisinde yayınlanan bir çalışmaya imza attı. Bu çalışma, minerallerin kayaları nasıl oluşturduğunu ve bu süreçlerin spektral izlerini nasıl bıraktığını anlamaya odaklanmaktadır.

Bazalt örneklerinin yaydığı kızılötesi ışık ölçüldü

Araştırma, on beş farklı bazalt örneğinin yaydığı kızılötesi ışığı ölçmeye odaklandı. Bu, tespit edilebilecek bazaltın spektral imzalarını belirledi. Araştırmanın sonuçları şu şekilde geldi: Bir ötegezegen üzerindeki bazalt lav yüzeye çıkıp soğursa sertleşir ve kayalara dönüşür. O gezegende su varsa, bazalt kayaları onunla reaksiyona girerek yeni mineraller oluşturacaktır. Son olarak, bilim adamları bazalt örneklerindeki küçük spektral farklılıkları inceleyerek güneş dışı bir gezegenin yüzeyinde veya iç yapısında su olup olmadığını öğrenebilirler.Araştırma ekibi, yöntemlerini test etmek için Dünya’dan 48 ışık yılı uzaklıktaki ‘Süper Dünya’ LHS 3844b’yi inceledi. Nikole Lewis'in laboratuvarında çalışan Ishan Mishra, bu gezegenin yüzeyini bazalt spektral verileriyle modellemek için özel bir bilgisayar kodu yazdı. Araştırmacılar, gezegenlerin silisyum, alüminyum ile magnezyum oranlarını analiz ederek bu kayaların nasıl oluştuğunu ve hangi koşullar altında şekillendiğini anlamaya çalışıyor.Önümüzdeki yıllarda, yeni araştırma yöntemi JWST ve diğer gözlemevleri tarafından ötegezegenlerde su ararken kullanılacak.

Kaynak:https://gazeteoksijen.com/bilim-ve-teknoloji/bilim-insanlari-acikladi-otegezegenlerde-james-webb-uzay-teleskobu-kullanilaraksu-izlerinin-tespit-edilebilecegi-yeni-bir-yontem-gelistirildi-237540
 

image.png

son haftalarda robotlar ve yapay zekânın modern yaşamın merkezine nasıl yerleşebileceğini konuştuk. Şimdi bir adım ötesine geçip bilgisayarın insan beynine dönüştüğü bir geleceği tahayyül edeceğiz. Aklınıza cyborg’lar ve transhümanizm gelebilir fakat onlar başka bir teknolojinin konusu. ‘Sentetik biyolojik zekâ’ysa yeni gelişen bir teknobilim alanı; nöronları hafıza ve işlemci yerine kullanarak bilgisayar çiplerine üstün marifetler kazandırmayı hedefliyor.


 

Nöronlar mı güçlü, silikon çipler mi?

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
18.03.2025

 

Ekim 2022’de ‘Bilgisayarlara Organik Beyin Takviyesi’ başlıklı yazımda ‘DishBrain’ adlı çığır açan bir çalışmaya yer vermiştim. Avustralyalı ve Çinli biliminsanları bilgisayar devresi özelliği kazandırdıkları nöron hücrelerine ‘pingpong’ oyunu oynatmayı başarmışlardı. İşte o araştırmacılar sonunda asıl hedeflerine ulaştılar ve dünyanın ilk biyolojik zekâ sistemini 2 Mart’ta dünyaya tanıttılar. 2,5 yıl evvel fütüristik bir deney olarak değerlendirdiğim bu teknolojinin kısa zamanda kullanıma sunulması etkileyici… İsterseniz hemen canlı nöronlarla çalışan bir sunucu kiralayarak, örneğin duygu tanıma özelliği olan bir sohbet botu yapmayı deneyebilirsiniz.Avustralyalı Cortical Labs adlı şirketin geliştirdiği CL1 adı verilen hibrit sistem, öğrenme ve uyum sağlama için nöronları, hız ve hassasiyet için silikon çipleri kullanıyor. İnsan beyni hücrelerinin teknolojide kullanılması başta etik olarak kulağa hoş gelmeyebilir ancak işin aslı başka. Nöronlar, pluripotent kök hücrelerden elde ediliyor. Pluripotent, vücutta her hücrenin şeklini alabilen hücre anlamına geliyor. Bunların genetik olarak yeniden programlanmasıyla elde edilen nöron hücreleri silikon elektrotların uçlarına yerleştirilerek bilgisayar çiplerine dönüştürülüyor. Böylece insanınkine benzer zekâ kabiliyetiyle bilgisayarın hesaplama gücü arasındaki büyük boşluk kapanmaya başlıyor. Yapay zekânın ‘genel yapay zekâ’ya dönüşmesi yani insan gibi düşünme becerisi kazanmasının en olası yolu ‘sentetik biyolojik zekâ’ sistemlerinden geçiyor olabilir.

image.png

AKILLI TASARIM’IN AKLI!

New Atlas dergisinin internet sitesinde yayımlanan uzunca makaleden aktardığım bu gelişmeyi iyice analiz edebilmek için birkaç kez ChatGPT’nin yardımına başvurdum. GPT konuyu yeterince öğrendikten sonra nöron çiplerin silikon muadillerine kıyasla neden ve nasıl daha verimli olacağını sordum. Aldığım yanıtlar, beni haberin odağından bambaşka bir noktaya taşıdı. Kıyaslama adeta doğanın, evrenin, yaradılışın teknolojisiyle insanın teknolojisini karşılaştırıyordu! Her şey neden var, evrensel düzenin ardındaki sır nedir gibi felsefi sorulara verilen yanıtlardan biri ‘akıllı tasarım’dır (intelligent design). İşte bu kıyaslama insanın tasarımıyla doğanın ‘aklı’ arasındaki farkı epeyce görünür kılıyor.Gerçekçi bir okuma için evvela nöronların kısıtlamalarıyla başlayalım. Genel uygulamadaki zorlukların başında yavaş sinyal iletimi geliyor; nöronlar milisaniyelerle bilgi aktarırken çiplerin hızı nanosaniyelerle ölçülüyor. Toplu üretimleri silikon devrelere göre daha zor. Biyolojik materyallerle ilgili kırılgan-lık ve etik sorunlar da var. Yine de bunları doğanın mucizesi nöronların eksiği değil, insan teknolojisinin yetersizliği olarak görmek daha doğru. Şimdi gelin, insan beynini yeryüzündeki en gelişmiş bilgisayar olarak kabul edelim ve yaradılışındaki teknolojinin ne kadar üstün olduğunu anlayalım:

image.png

Enerji verimliliği: Nöronları efektif kılan özelliklerin başında geliyor. İnsan beyni sadece 20 vat güçle çalışıyor. Silikon çiplerse boşta olsalar bile sürekli elektrik gücü gerektiriyor. Nöronlar, yalnızca olaya dayalı sinyaller gönderiyor ve daimi enerji tüketiminden kaçınıyor. GPT-4 gibi büyük yapay zekâ modelleriyse durmaksızın megavatlarca güç ve tonlarca su kullanıyor, bunlar da maliyeti arttıran ve sürdürülebilirliği zorlaştıran unsurlara dönüşüyor.

Paralel işlem ve bilgi depolama: Nöronlar aynı anda hem hafıza hem işlemci olarak çalışabiliyor. Hesaplamaları daha verimli ve seri hale getiren bu özellik birden fazla süreci yönetmeyi de mümkün kılıyor. Silikon çiplerse bilgiyi ardışık olarak işleyebiliyor ve ayrı ayrı depolama üniteleri gerektiriyor. Bu da gecikme ve enerji yükü oluşturuyor.

 

Öğrenme ve uyum sağlama: Nöronlar, sinaptik plastisite sayesinde yeni bağlantıları dinamik olarak kurabiliyor. Silikon çipli geleneksel yapay zekâ modellerindeyse yeni şeyler öğrenmek için büyük veri kümeleri kullanmak ve algoritmayı tekrar tekrar eğitmek (data training) gerekiyor. Ayrıca nöronlar deneyim kazandıkça kendi kendilerini organize edebiliyor ve yeniden yapılandırabiliyor. Silikon çipse sabit bir mimari olduğu için bir kez tasarlandıktan sonra mantığı değişemiyor.

Dayanıklılık ve hata toleransı: Nöronlar zarar gördüklerinde iyileşebilir ve işlevlerini sürdürmek için bağlantıları yeniden yönlendirebilir. Silikon çiplerdeyse tek bir arıza noktası (örneğin bir transistörün kırılması) tüm sistemin çökmesine neden olabilir. Nöronlar hatalı verilerle geleneksel yapay zekâdan daha iyi başa çıkabiliyor. Yapay zekâysa bu konuda oldum olası zorluk çekiyor ve genellikle kapsamlı ince ayarlar gerektiriyor.

 

Bilişsel ve bağlamsal anlayış: Nöronlar, karmaşık, yapılandırılmamış ve bağlamsal problemleri doğal olarak daha iyi çözebilecek yapıya sahipler. Desen tanıma, sezgisel ve bağlamsal mantık kurmakta doğal olarak üstünler. Yapay zekâysa kelime kelime çalışıyor ve daha katı, insan benzeri ince akıl yürütmelerde zorlanır. Nöronlar farklı kavramsal temalar arasında bağlantılar kurabilir, örneğin duyguları deneyimlere bağlayabilirler. Silikon çipler içinse insan zekâsının yalnızca küçük bir kısmını sergilemek bile devasa veri kümeleri işlemeyi gerektiriyor.

Kaynak:https://oncehaber.site/biyolojik-zeka-sistemi-iste-karsimizda/

Robotik ve kodlama proje festivali'nin kapanışı. Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı'nın (T3 Vakfı) desteğiyle düzenlenen bu festival, Türkiye'nin 81 ilinde 131 deneysel teknik atölyede eş zamanlı olarak gerçekleştirildi.

image.png

Robotik ve kodlama proje şenliği: DENEYAP öğrencileri yarışıyorlar

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
17.03.2025

 

T3 Vakfı'nın bu yıl düzenlenen robotik ve kodlama festivali ile ilgili yayınladığı açıklamaya göre yaklaşık 20 bin öğrenci ekipleriyle hazırladıkları robotlarla özel nitelikteki çeşitli pistlerde yarıştı. Açıklamaya göre yarışmalar Mart ayının on beşinci ve on altıncı günleri arasında gerçekleşti.Festivali bu yıl farklı kılan, T3 Vakfı Yönetim kurulu Başkanı Sayın Elvan kuzucu Hıdır'ın festivale ziyaretiydi. Katılan öğrencilerle bir araya gelen Heider bey, Eyüp DENEYAP teknoloji Atölyesi'nde festivalin projeleri hakkında bilgi aldı.Açıklamada görüşlerine yer verilen Hıdır, "Geleceğin teknoloji liderlerinin yetişmesi için DENEYAP Atölyeleri'nde yürütülen eğitimler çok değerli. Bugün burada gördüğümüz projeler, gençlerimizin ne kadar üretken ve çözüm odaklı olduklarını bir kez daha gösteriyor." ifadesini kullandı.

image.png

Öğrenciler kendi tasarladıkları robotlarla yarıştı

Şenlikte, ortaokul ve lise kategorilerindeki öğrenciler, robotik ve kodlama eğitimlerini tamamladıktan sonra kendi tasarladıkları robotlarıyla yarıştı.Ortaokul öğrencileri, "İz Sürücü" teması kapsamında robotlarını tasarlayarak, çizgi izleyen sensörler ile parkuru en hızlı şekilde tamamlamaya çalıştı. Lise öğrencileri ise "Zorlu Hat" teması çerçevesinde engelleri aşarak parkuru bitirmeye odaklandı.

image.png

Bu dersler, öğrencilerin yeni nesil teknolojiler hakkında derinlemesine bilgi edinmelerini artırmayı amaçlamaktadır. DENEYAP teknoloji atölyelerinde robotik ve kodlama eğitimini tamamlayan öğrenciler, 5-6 Nisan 2025 tarihleri arasında elektronik programlama ve nesnelerin interneti kursları ile eğitimlerine devam edecekler.Deneysel teknoloji atölyeleri, çocukların ve gençlerin yaratıcı düşünme, problem çözme ve takım çalışması gibi çeşitli becerilerini geliştirmelerine yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Bu atölyeler Sanayi ve teknoloji Bakanlığı, gençlik ve spor Bakanlığı, topitak ve T3 Vakfı işbirliği ile düzenlenmektedir. Tüm bu projelerin yanı sıra robotik ve kodlama proje festivali, öğrencilere yeni nesil teknolojiler hakkında bilgi ve deneyim kazandırmayı hedefliyor.

Kaynak:https://www.trthaber.com/haber/bilim-teknoloji/deneyap-ogrencileri-robotik-ve-kodlama-proje-senliginde-yaristi-901059.html

Kilo verme ilaçları: görme kaybıyla ne ilgisi var.

Araştırmalar, Ozimpik ve Wegovy gibi ilaçların nadir görülen NAION hastalığına neden olabileceğini gösteriyor. Risk oranı düşük olmasına rağmen kullanıcı sayısı çok fazla olduğu için yüz binlerce kişi etkilenebilir.

image.png

 

 

 

New Scientist'ten Grace Wade, elbette Ozimpik, Wegovy ve benzeri ilaçların Tıp dünyasında devrim yarattığına şüphe yok diyor. Ancak aynı zamanda araştırmalar, obezite ve Tip II diyabeti yönetme yeteneğimizdeki Süper ilaçların Alzheimer hastalığı, bağımlılık ve depresyon gibi çeşitli hastalıkların tedavisi için de ilaç olduğuna dair işaretler olduğunu göstermiştir.Ne yazık ki, bu ilaçların yararları hakkındaki bilgimiz arttıkça, ciddi ve potansiyel yan etkiler de bilinir hale geliyor. Ciddi yan etkilere örnek olarak arteriyel olmayan anterior iskemik optik nöropati buluyoruz. Ya da kısaca NAION. Ve NAION nadir görülen bir görme kaybıdır.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
17.03.2025

 

Tek gözde bulanıklık

NAION kan akışının yetersiz gelmesi sonucu beyni gözün arka kısmına bağlayan sinir demetinde hasar oluşmasıyla ortaya çıkıyor ve genellikle tek gözde bulanıklık ve karanlık noktalar şeklindeki ani ve kalıcı görme kaybına yol açıyor.Geçen yıl ilk kez Jimena Hathaway ve Harvard Üniversitesi'nden meslektaşları semaglutid üzerine araştırma yaptılar. Semaglutid, Ozimpik ve Vegovy ilaçlarının aktif maddesi olarak kabul edilir. Bir nöro-göz doktoru tarafından muayene edilen on altı bin sekiz yüzden fazla kişinin verileri kullanıldı. Sonuçlar şu şekildeydi: Hathaway ve meslektaşları, Tip 2 diyabetli yedi yüz on katılımcıdan semaglutid alanların, metformin alan veya insülin enjeksiyonu alan diğer diyabetlilere kıyasla NAION gelişme olasılığının 4,3 kat daha fazla olduğunu buldular.Kilo problemleri nedeniyle, semaglutid verilen üç yüz altmış bir kişide NAION riski daha yüksekti. Araştırma sonuçları, semaglutid alanların, kilo kaybı için naltrekson ve orlistat gibi diğer ilaçları alan diğer hastalara kıyasla NAION geliştirme olasılığının 7,6 kat daha fazla olduğunu söylüyor. Araştırmanın dezavantajlarından birinin belirli bir hasta kategorisi üzerinde yürütülmesi dikkat çekicidir. Bu kategori, bir nöro-göz doktoru tarafından muayene edilen hastalardan oluşur. Ayrıca bu hastaların daha önce NAION ciddi görme problemleri yaşamış veya belirli görme komplikasyonları geçirmiş olmaları da mümkündür. Yani, semaglutid içeren ilaçları almadan önce. Bu nedenle, Güney Danimarka Üniversitesi'nden Dr. Anton butegrad, araştırma sonuçlarını ikna edici bulmuyor.

61 bin kişi incelendi

Pottegard ve meslektaşları, Harvard Üniversitesi tarafından yürütülen araştırma sonuçlarını doğrulamak için, Tip 2 diyabet tedavisi için semaglutid verilen altmış bin hastayı inceledi. Daha sonra Pottegard ve ekibi bu grubun sonuçlarını başka bir ilaç alan Tip 2 diyabetli yüz on dokuz bin hastayla karşılaştırdı. Bu ilaç,s odyum glukoz ko-transporter 2 ( SGLT2) inhibitörüdür.Elbette araştırmaya başlamadan önce yaş, cinsiyet, önceki sağlık sorunları ve diyabet düzeyi gibi faktörler dikkate alındı. Araştırmadan sonra Pottegard ve ekibi, semaglutid alan hastaların, hastalık geçmişlerine kıyasla NAION hastalığına yakalanma oranının üç kat daha yüksek olduğunu buldu.Pottegard, “Dolayısıyla bu hala son derece ender rastlanan bir hastalık” diyor.Bununla birlikte, bilim adamları hala şunu söylüyor: söz konusu yan etkilerin mutlaka sık olması gerekmez. Pottegard ve ekibi, Norveç ve Danimarka'da her yıl tedavi gören on bin kişiden sadece bir veya iki vakada semaglutid vakaları ile NAION arasında bir ilişki buldu.Pottegard, “Dolayısıyla bu hala son derece ender rastlanan bir hastalık” diyor.

Bilim adamları hala yan etkinin kaynağının semaglutid olduğundan emin değiller. Araştırmalar diyabetin kendisinin NAION hastalığına neden olabileceğini söylüyor. Ancak Pottegard'ın çalışmasında semaglutid ile diğer diyabet ilaçları arasındaki özellikler benzerdi. Pottegard ekliyor: semaglutid kullanan şeker hastaları genellikle daha gençtir ve bu da NAION gelişme şanslarını azaltır. Dolayısıyla Pottegard’a göre esas sebep gerçekten de semaglutid olabilir.Pottegard, bir kişi zaten görme kaybından muzdarip değilse, semaglutid almaktan kaynaklanan NAION yaralanması riskinin çok düşük ve hatta sıfıra yakın olduğunu ekliyor. Ayrıca doktorların semaglutid kullanmayı bırakmayacağına inanıyor çünkü mevcut sonuçlar hala ikna edici değil. Kanada'daki British Columbia Üniversitesi'nden Mohit Sodhi, hastaların endişelerini doktorla paylaşmaları gerektiğini söylüyor. Sodhi, Bunu ekliyor: “Bu ilaçların yan etkileri nadiren görülse bile milyonlar tarafından kullanıldığı için on binlerce, hatta yüz binlerce kişi risk altında olabilir."

Kaynak:https://gazeteoksijen.com/bilim-ve-teknoloji/zayiflama-ilaclari-gercekten-de-gorme-kaybina-yol-aciyor-mu-237480
 

b227d9_b85d42a94bef46ca9b4b8a6cc1b3fbb9~mv2.png

BAYRAKTAR KEMANKEŞ SON SEYIR TESTINDEN BAŞARIYLA GEÇTI

 

 

Baykar tarafından geliştirilen yapay zeka algoritmalı mini seyir füzesi Bayraktar KEMANKEŞ 1’in testleri sürüyor. Füze, son seyir testinden de tam not aldı.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
17.03.2025

 

Gelişmeyi Baykar Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar, sosyal medya hesabından duyurdu.

 

KEMANKEŞ 1, stratejik hedeflere karşı kullanılmak üzere Baykar tarafından geliştirildi.

Bayraktar AKINCI TİHA, Bayraktar TB2 ve TB3 SİHA’lardan atılabililiyor. Mini akıllı seyir füzesi, bir saat havada kalma süresine sahip.

 

Sahip olduğu jet motoru sayesinde süratle yol alarak düşman gerisindeki en riskli hedeflere dahi isabetli vuruşlar yapabiliyor. Ayrıca yapay zeka destekli otopilot sistemi ile otonom uçuş görevini de yerine getiriyor.

 

KEMANKEŞ gece ve gündüz şartlarında görev yapabilme becerilerine sahip.

 

Yapay Zeka Destekli Optik Güdüm Sistemi sayesinde hedefini tanıyarak zorlu hava şartlarında dahi tam isabetle imha kabiliyeti var.

Kaynak:https://haberglobal.com.tr/amp/bilim-teknoloji/bayraktar-kemankese-seyir-testinden-tam-not-430082

image.png

Bir kişi genellikle erken yaşta yalan söylemeye başlar. Çok fazla veya biraz olsun neredeyse tüm insanlar yalan söyler. Öyleyse insanlara yalan söylemenin ardındaki gerçekler nelerdir? Çok yalan söyleyen insanları hangi psikolojik sorunlar bekliyor? Bu ve diğer soruların cevaplarını birlikte öğrenelim.

Bir insan neden yalan söyler

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
16.03.2025

 

İlk olarak, bir kişi 3-4 yaşından itibaren yalan söylemeye başlar. Bu yaşta bir kişi dili öğrenir. Bir kişi dili öğrendikten sonra gerçekleri araştırmaya ve öğrenmeye başlar. Kısacası, bu yaşta insan keşfetmeye başlar. "Yalan senin ağzına salıncak kurmuş" dediklerimizi şöyle bir köşeye alalım. Araştırmalar, bir kişi söylediği yalanın kendisine fayda sağladığını görürse yalan söylemeye devam edeceğini söylüyor. Bir kişi büyüdüğünde, kendini acı gerçeğin önünde bulacaktır. Yalan söylemenin kötü olduğu gerçeği. Evet, yalan söylemek kötüdür, ancak bazen çeşitli nedenlerle kişi yalan söylemek zorunda kalır.Yalan söylemeye zorlanan bir kişi ile kasıtlı olarak yalan söyleyen veya hayatını yalanlarla yaşayan biri arasında büyük bir fark vardır. Örneğin, bazı insanlar kendileri ve başkaları hakkında yanlış bilgi vermekten hiç çekinmezler. Şimdi sormamız gereken soru şudur: peki bu insanların davranış biçimlerinin ardındaki psikolojik gerçek nedir. Ayrıca bu durum henüz belli değil. Bazı araştırmalar böyle bir yalanın başlı başına bir bozukluk olmasının yanı sıra psikopati ve narsisizm gibi kişilik bozukluklarının da belirtisi olduğunu öne sürüyor.

image.png

Eksiklikten kaynaklanıyor

Psikiyatristler bu durumun, şevkat ve empati sahibi olmamızı sağlayan nörolojik bağlantılardaki bir eksiklikten kaynaklandığını düşünüyor. Çünkü narsistler, sosyopatlar ve psikopatlar; empati eksikliği bozukluğuna sahiptir, yani normal insanlarla aynı biçimde empati hissine sahip değillerdir.Narsistler: narsistler genellikle çevrelerinin zorlu veya aşırı özgüvenli bir resmini çizerler. Ancak bu durum, en ufak bir eleştiriyle kırılacak derin bir gizli güvensizlik duygusu ve çürümüş benlik saygısı ile çevrilidir. Bu özelliklerinden dolayı narsist insanlar duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli sığ ve zayıf ilişkilere girerler.Empati, sıradan bir insanı karakterize eden iyi niteliklerden biridir. Empati, bir kişinin başkalarına ve duygularına önem vermesini sağlar. Narsist kişiye gelince, başkalarını veya duygularını umursamaz ve bu nedenle yalan söyleyip söylemediği onun için önemli değildir. Empati eksikliği sadece yalan söylemekle ilişkili değildir, aynı zamanda vicdan eksikliği anlamına da gelir. Bu tür insanlar yalan söylediğinde, onları ortalama bir insan kadar rahatsız etmez. Bu nedenle, "Atma Ziya" olarak adlandırılacak bir ton şey oluşturabilirler.

image.png

Kişilik bozukluğu

Bilim adamları yalan söylemeyi bırakamamanın belirgin bir kişilik bozukluğu olduğunu söylüyorlar. Bazı durumlarda, söylenenlerin bariz bir yalan olduğu açıktır. Bu gibi durumlarda rahatsızlık birçok insana görünür, ancak aynı zamanda yalan söyleyenlere veya yalancıyı savunanlara herhangi bir rahatsızlık vermezler.Bazen birçok insan yalancılarla "Atma Ziya" düzeyinde normal bir ilişki içindedir ya da bu insanların neden yalan söylediğini anlamıyorlar. Ancak, bu yerleştirme çabası sonuçsuz kalmaktadır. Aslında bu insanlar sözlerinden birinin yalan olduğunun farkında bile değiller çünkü bilinçlerinde değiller. Bu yüzden çoğu zaman doğruyu söylediklerini düşünürler. Başka bir deyişle, asıl mesele doğrulukla ilgili değil, diğer tarafa göstermek istediğiniz güçle ilgilidir.İnsanlar doğası gereği bencildir. Bir kişi yalan söylemeyi faydalı bulursa yalan söylemeye devam eder. Yalan söylemek bencilliği artırır ve buna karşılık bencillik sahtekarlığa yol açar. Başka bir deyişle, dürüst olmayan davranışlar tekrarlandığında bu durum daha yaygın hale gelir. Ve belki de bu doğru davranış haline gelecektir.

Narsistler ve psikopatlar empatik insanlar için tehlikelidir

Narsistlerin ilk kurbanları aşırı empatik insanlardır. Çünkü empati duygusu yüksek insanlar, bir kişinin yalan söylediğini gördüklerinde, sahip oldukları aşırı empati duygusu nedeniyle onu anlamaya çalışırlar. Empati kurabilmeleri, suçlamak yerine karşısındakinin bu şekilde davranmasının nedenini aramalarına yol açar, çoğu zaman kendilerini doğrudan suçlarlar. Bu nedenle, bu durum aşırı sempatik insanlar için son derece tehlikelidir. Narsist veya psikopat insanlar, yalan söylemeye başladıklarında, kurbanı kendisini yanlış hissettirecek şekilde manipüle ederler. Ve bu, çarpıtılmış gerçeğe inanmaya kadar gidebilir.Ne yazık ki, sıradan veya sempatik insanlar kendilerinden şüphe etmeye çok eğilimlidirler. Çünkü yalanlar gerçeklerden daha ağır basar ve yükselişe geçer. Hikayeler her zaman basit bir beyaz yalanla başlar ve birkaç ay sonra kurbanın hayatı uzun bir masal ağıyla iç içe geçer. Normal ve hatta aşırı sempatik bir kişi ilişkilerinde bir denge bulmalıdır. Böylece karşı kişi yalan söylüyorsa, yalanı için bir bahane bulmaya çalışmamalıyız. Yalan yalandır. Yalan söyleyen kişi söylediklerini inkar ederse veya böyle bir şey söylemediğini söyleyip başkalarını suçlamaya başlarsa, ciddi bir hatanın olduğunu bilmeliyiz.

Kaynak:https://www.milliyet.com.tr/molatik/bilim/neden-yalan-soyluyoruz-6808182
 

Mars uzay aracı milyon yıllık bir sırrı keşfetti

Mars gezegeninin sırlarını ortaya çıkarmak için devam eden araştırma çalışmalarının bir parçası olarak. NASA'nın " Perseverance " Keşif Gezicisi, Kızıl Gezegenin geçmişi hakkında önemli ipuçları elde etti.

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
16.03.2025

 

Yayınlananlara göre NASA'nın " Perseverance " keşif aracı Kızıl Gezegenin geçmişi hakkında önemli ipuçları elde etti. Gezici, Mars yüzeyindeki garip kayalar üzerinde lazer analizi yaptı. Mars gezegeni üzerindeki araştırmaların başlamasından bu yana ilk kez sonuçlar öncekilerden farklıydı. Araştırmanın sonuçları şu şekilde geldi: Araştırmacılar, Mars'taki Jezero Krateri'nde keşfedilen açık renkli kayaların aşırı sıcak ve nemli koşullarda oluşabilecek mineraller içerdiğini buldular. Bu, gezegenin önceden düşünülenden çok daha farklı bir yer olabileceğini gösteriyor

image.png

ABD'deki Purdue Üniversitesi'nden gezegen bilimci Roger Wiens, dünyada bu tür minerallerin yoğun yağış alan sıcak iklimlerde veya kaplıcalar gibi hidrotermal sistemlerde oluştuğunu söyledi. Wiens, bu minerallerin, kayaların uzun süre akan suyun içinde kalmasıyla meydana geldiğini belirterek, “Sıcak su, kayaçlardan çözünebilen tüm elementleri zamanla uzaklaştırır ve geriye yalnızca en dirençli olanları bırakır. Mars gibi soğuk ve kuru bir gezegende böyle bir keşif yapmak gerçekten şaşırtıcı” dedi.Bu sefer keşif uçuşunda NASA'nın perseverance uzay aracı öncekilerden farklı incelemeler yaptı. Gezici, Jezero kraterinde keşfedilen ve çevresiyle bağdaşmayan açık renkli kayaları inceledi. Bu kayalara 'Yüzey Kayaları' denir çünkü daha sonra bulundukları bölgeye taşınmışlardır. Araştırmacılar, lazerle uyarılmış ayrışma spektroskopisi adı verilen bir teknik kullanarak bu kayaları incelemek için perseverance görevlendirdi. Bu teknik, kayalara bir lazer ateşleyerek içeriği analiz eder. Lazer, metalin küçük bir bölümünü buharlaştırarak atomlarını ve iyonlarını uyarır. Bundan sonra spektrofotometre, yayılan ışığı inceleyerek mineralin bileşimini belirler. Sonuçlar bilim adamları için sürpriz oldu. Wiens, keşfin beklenmedik olduğunu söyledi: "Bu kayalar Mars'ta daha önce gördüğümüz hiçbir şeye benzemiyor.

image.png

Analizler, kayaçların büyük oranda ‘kaolinit’ adı verilen yumuşak, beyaz renkli bir silikat kili mineralinden oluştuğunu ortaya koydu. Mars’taki kaolinit, Dünya’dakinden daha sertti. Bunun, Mars’taki farklı aşınma koşullarından kaynaklandığı düşünülüyor. Araştırmacılar ayrıca kayaçlarda ‘spinel’ adı verilen başka bir mineralin de izlerine rastladı. Spinel, Dünya’da magnezyum alüminyum içeren değerli bir taş olarak biliniyor. Fakat Mars’taki kaolinit kayaçlarında nasıl oluştuğu henüz bilinmiyor. Bilim insanları, bu mineralin hem volkanik hem de başkalaşım süreçlerle oluşabilen alüminyum açısından zengin bir tür olabileceğini düşünüyor.

Kaynak:http://www.dha.com.tr/dunya/mars-uzay-araci-milyonlarca-yillik-sirri-ortaya-cikardi-2601862
 

İspanyol bilim insanlarınca bulunan ve 1,1 ila 1,4 milyon yıl öncesine ait olduğu belirtilen kalıntı bir yüz kemikleri fosili.

Bu zamana kadar Batı ve Orta Avrupa’daki en eski insan türünün ‘Homo antecessor’ (öncü insan) olduğu biliniyordu. Son kalıntının ‘Homo affinis erectus’ (dik insan) olarak sınıflandırılan yeni bir insan türüne ait olduğu düşünülüyor. 

Bilim insanlarına göre kalıntı erken Pleistosen döneminde Batı Avrupa’da en az iki türün bulunduğunun göstergesi.

Batı Avrupa’da insan yerleşimlerinin en eski kanıtı Atapuerca bölgesinde bulunmuştu.

Yaklaşık 860 bin yıl öncesine ait en eski fosiller, 1994 yazında Atapuerca’daki La Gran Dolina bölgesinde ortaya çıkarılmıştı.

Homo antecessor’un altı bireyinin (iki çocuk, iki ergen ve iki yetişkin) kalıntılarının ortaya çıkarıldığı bu keşif, bilim insanlarınca ‘tarihi’ olarak nitelendirilmişti.

Avrasya’ya ilk kez en az 1,8 milyon yıl önce hominidlerin (büyük insansı maymunlar) yerleştiğine inanılıyor.

Kaynak: diken

https://www.diken.com.tr/bati-avrupadaki-en-eski-insan-kalintisi-bulundu-en-az-11-milyon-yil-yasinda/

image.png

Yaşı En Az 1.1 Milyon Olduğu Belirtilen İnsan Kalıntısı Bulundu!

Batı Avrupa’daki en eski insan kalıntısı bulundu: En az 1,1 milyon yıllık

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
16.03.2025

 

Şekerler ve gazlı içecekler kansere neden olur

Son araştırmalar korkutucu sonuçlar buldu: günde sadece bir kutu şeker yüklü alkolsüz içecek içmek, ağız kanserine yakalanma olasılığını beş kat artırır.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
15.03.2025

 

image.png

Raporda bu sonuçların dikkate alınması gerektiği vurgulandı. Politika yapıcıların insanların tüketim alışkanlıklarını değiştirme görevi vardır. Çeşitli günlük sarf malzemelerinde şeker tüketimini azaltmak gerekiyordu.İlginç bir şekilde, çalışmada kadınların tükettiği alkolsüz içecekler, limonata ve soğuk çayın markalarından bahsedilmedi.Nedeni bilinmemektedir, ancak bilim adamları şeker seviyelerini belirlemek için alkolsüz içecekler üzerinde doğrudan çalışmalar yapmamışlardır. Sistematik bilimsel araştırmalar yapmak yerine kamuoyu yoklamalarına güvendiler. Bilim adamları, her dört yılda bir kadınlar üzerinde yapılan anketlerin sonuçlarını inceledi. Bu anketler, kadınları ayda tükettikleri alkolsüz içecek sayısı hakkında bilgilendirmekten ibaretti.Gazlı içeceklerin tüketim miktarı, teşhis edilen ağız kanseri vakalarının sayısı ile karşılaştırıldı. Sonuçlar şu şekildeydi: Araştırmacılar, 30 yıllık çalışma döneminde 124 ağız kanseri vakasının teşhisini açıkladılar.Çalışmanın sonuçlarının bilim adamları tarafından yapılan bir analizinde, günde bir veya daha fazla şekerli içecek tükettiğini bildiren kadınların, ayda birden az içenlere kıyasla ağız kanseri gelişme olasılığının 4,87 kat daha fazla olduğu ortaya çıktı.

KAYNAK:https://haberglobal.com.tr/bilim-teknoloji/bilim-insanlarindan-korkutan-uyari-gaz-ve-sekerli-icecekler-kanser-yapiyor-429362
 

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
15.03.2025

Bilim adamları: koronavirüs yarasalardan bulaşır

Yeni bir araştırmada; Araştırmacılar yarasalardan alınan örneklerle yaptıkları incelemede yeni bir koronavirüs türü keşfettiklerini açıkladılar. Araştırma, virüsün yapısının Orta Doğu Solunum Sendromuna (MERS) benzer olduğunu söylüyor.

Araştırmacılar, insanlara bulaşma olasılığının olduğunu da ekliyor.Brezilya'daki bilim adamları ve Hong Kong Üniversitesi'nden araştırmacılar da aynı hipotezi doğruladılar. Enfeksiyonun başlama mekanizması olan virüsün spike protein yapısı, insan hücrelerine yapışabilen özelliklere sahiptir.Araştırmayı yürüten Sao Paulo Üniversitesi'nden Doktor Bruna Silverio bir röportajda, "Şu anda virüsün insanlara bulaşıp bulaşamayacağından emin değiliz" dedi. Ancak, spike proteinindeki MERS-CoV virüsü tarafından kullanılan reseptörlerle etkileşime girebilecek elementleri tanımlayabildiklerini vurguluyor". Doktor Silverio, bilim adamlarının virüsün Hong Kong'da yapılacak laboratuvar çalışmaları yoluyla insan hücrelerini enfekte etme yeteneğini değerlendireceğini de sözlerine ekledi.

Virüs Çin’e gönderilecek

Araştırmanın bir parçası olarak keşfedilen yedi yeni virüsün ayrıntılı testler için Çin'e gönderilmesinden bahsediliyor. Bu durum, laboratuvar çalışmalarının güvenliği ve potansiyel tehlikeleri konusunda endişelere yol açmıştır. Özellikle virüsler Brezilya'dan Çin'e aktarılacağından.

Belirtileri

Araştırma, yeni virüsün Orta Doğu Solunum Sendromuna benzer özellikler taşıdığını söyledi. Peki MERS virüsü nedir: MERS virüsü, hayvanlardan insanlara ve insandan insana bulaşabilen bir solunum yolu hastalığıdır. MERS virüsünün belirtileri yüksek ateş, öksürük, nefes darlığı, ishal ve kusmadır. Bazen MERS virüsü ölümcül bir virüstür. İstatistikler şu ana kadar dünya çapında 2.613 MERS enfeksiyonu vakası olduğunu, 943 kişinin ise hayatını kaybettiğini gösteriyor.

Yarasalar taşıyıcı olabilir

Farklı yarasa türleri üzerinde yapılan araştırmalar çerçevesinde sonuçlar şu şekildeydi: Araştırma 15 farklı yarasa türü üzerinde yapıldı. ağızdan ve rektal yoldan alınan 423 örnek incelendi. Genetik analizler, tespit edilen yedi koronavirüs tipinin önceden bilinen hiçbir patojene benzemediğini ortaya koydu. Virüslerin bulunduğu ilan edilen yarasalar şunlardır: " kadife kuyruklu serbest yarasa" ve " büyük meyve yarasası ". Bu yarasalar Güney Amerika ve Meksika'da yaşıyor.

"Kritik öneme sahiptir"

Yarasalar önemli viral vektörlerdir. Bu, araştırmaya katılan virolog Doktor Ricardo Durães-Carvalho tarafından da doğrulandı. Doktor Carvalho, yarasaların sürekli epidemiyolojik gözetim altında tutulması gerektiğini ekliyor. Virüslerin yayılmasını ve diğer hayvanlara veya insanlara bulaşma risklerini belirlemek için bu hayvanların izlenmesinin gerekli olduğu sonucuna vardı

Çin'de yeni bir koronavirüs keşfedilmişti

Bu, yarasaların taşıdığı virüslerle ilgili ilk keşif değil, çünkü üç hafta önce Çin'de yarasalarda yeni bir koronavirüs keşfedildi. Wuhan Viroloji Enstitüsü'nde yapılan araştırmalara göre yarasalarda HKU5-Cov-2 adı verilen yeni bir koronavirüs türünün yaşadığı tespit edildi. Bilim adamları bu virüsün COVID-19'a oldukça benzediğini doğrularsa. Bilim adamları olası bir salgın riskine karşı dikkatli olmalarını tavsiye etti.

KAYNAK:https://gazeteoksijen.com/bilim-ve-teknoloji/bilim-insanlari-yeni-koronavirus-turu-kesfetti-yarasalardan-bulasma-riski-olabilir-237397
 

WhatsApp Görsel 2025-03-15 saat 09.34.43_5e4c883b.jpg

Türkiye İş Bankası ve Petrol Ofisi Grubu iş birliği ile hayata geçirilen Bilim Kuşağı Atölyeleri’nin 3. Dönem Etki Analiz Raporu açıklandı. Bilim Kuşağı Atölyeleri’nin çocuklar üzerindeki etkisini ortaya koyan araştırmaya göre, katılan öğrencilerin %99’u bilim ve teknolojiye ilgilerinin arttığını belirtirken, %89’unun problem çözme becerilerinde gelişim kaydettiği gözlemlendi.

Türkiye İş Bankası ve Petrol Ofisi Grubu iş birliğiyle hayata geçirilen Bilim Kuşağı Atölyeleri, 8-13 yaş aralığındaki çocuklara bilimsel deneyler yaparak öğrenme; fen bilimleri, mühendislik ve çevre bilinci gibi konulara interaktif bir şekilde dahil olma imkanı sunuyor.

6 Şubat deprem felaketlerinden etkilenen bölge başta olmak üzere ülke genelinde uygulanan proje ile şimdiye kadar Türkiye’nin 77 ilinde 417 bin 484 çocuğa ulaşıldı. Çocukların bilimle tanışmasını sağlarken, aynı zamanda özgüven duygusunu da geliştiren projenin sahadaki etkisini ölçmek amacıyla Futurebright tarafından yapılan etki araştırması, Bilim Kuşağı Atölyeleri’ne katılan çocukların %91’inin yaratıcı düşünme yeteneklerinde ilerleme kaydettiğini gösteriyor.

Araştırma, projeye katılan çocukların yaratıcı düşünme becerilerinin güçlendiğini, teknoloji okuryazarlıklarının arttığını ve iletişim yetkinliklerinde belirgin bir iyileşme gözlemlendiğini ortaya koydu. Öğrencilerin olaylara farklı açılardan bakma ve fayda odaklı düşünme yeteneklerinin geliştiği tespit edilirken, bilimsel süreçlere katılan çocukların gelecekte bilim insanı veya mühendis olma hayallerini kurmaya başladıkları görüldü.

Bilim Kuşağı Atölyeleri’nin yalnızca bilimsel bilgi kazandırmakla kalmadığını, aynı zamanda çocukların kendilerini keşfetmelerine, kendilerine güvenmelerine ve geleceğe umutla bakmalarına katkı sağladığını gösteren araştırma sonuçları şöyle:

*Katılımcıların %99’u bilim ve teknolojiye olan ilgilerinin arttığını belirtti.
*Problem çözme becerilerinde %89 oranında gelişim gözlemlendi.
*Öğrencilerin %88’i olaylara farklı açılardan bakabildiklerini belirtti.
*Diğer öğrencilerle olan iletişimde %89 gelişim sağlandı.
*Yaratıcı düşünme yeteneklerinde %91 oranında ilerleme kaydedildi.
*İletişim becerileri %89 oranında iyileşti.
*Öğrencilerin %81’i bilim atölyelerinin diğer derslere olan ilgilerini artırdığını söyledi.
*Teknoloji anlama yeteneklerinde %96 oranında artış sağlandı.
*Mühendislik becerilerinde %93, matematik ve fen bilgisi becerilerinde %87 olumlu etki gözlemlendi.

 

KAYNAK:https://nfb75.wordpress.com/2025/03/13/bilim-kusagi-atolyeleri-analiz-sonuclari-yayinlandi/ 

Bilim Kuşağı Atölyeleri analiz sonuçları yayınlandı

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
15.03.2025



 

Batı Antarktika’daki Thwaites Buzulu, iklim bilimcilerin uzun süreden beri yakından takip ettiği ve “Kıyamet Buzulu” olarak bilinen kritik bir bölge.Florida eyaleti kadar büyüklüğe sahip olan bu buzul, küresel deniz seviyesindeki yıllık artışın yüzde 4’ünden sorumlu.

Batı Antarktika’daki Thwaites Buzulu, iklim bilimcilerin uzun süreden beri yakından takip ettiği ve “Kıyamet Buzulu” olarak bilinen kritik bir bölge.Florida eyaleti kadar büyüklüğe sahip olan bu buzul, küresel deniz seviyesindeki yıllık artışın yüzde 4’ünden sorumlu.

BUZUL ÇÖKÜŞÜ SENARYOSUNDA ÖNEMLİ GELİŞMELER

WhatsApp Görsel 2025-03-14 saat 20.36.18_1512f37f.jpg

Thwaites Buzulu, “MICI” olarak adlandırılan bir sürecin potansiyel tetikleyicisi olarak görülüyordu. MICI, buzul raflarının çökmesiyle devasa buz uçurumlarının ortaya çıktığını ve bu uçurumların kendi ağırlığı altında parçalanarak zincirleme bir çöküşe neden olabileceğini öngörüyordu. Ancak, bu senaryolar eski ve düşük çözünürlüklü modellerle oluşturulmuştu.Dartmouth ekibi, yeni nesil bilgisayar simülasyonları kullanarak MICI’nin Thwaites için gerçekçi bir tehdit oluşturmadığını buldu. Çalışma, bu yüzyıl içinde buz rafları çökse bile ortaya çıkan buz uçurumlarının yeterince yüksek olmayacağını ve zincirleme bir çöküşü tetikleyemeyeceğini gösteriyor.Çalışmanın baş yazarı Profesör Mathieu Morlighem, “Antarktika’nın güvende olduğunu söylemiyoruz, ancak bu yüzyıldaki en uç senaryoların gerçekleşme olasılığı daha düşük görünüyor” dedi.

DENİZ SEVİYESİ ARTMAYA DEVAM EDİYOR

MICI senaryosunun bu yüzyılda gerçekleşmeyecek olması bir rahatlama sağlasa da Thwaites Buzulu ve çevresindeki diğer buzulların erimesi hâlâ ciddi bir sorun teşkil ediyor. Thwaites’in altındaki kaya tabakasının iç kesimlere doğru eğimli olması, buz kaybı başladığında gerilemeyi durdurmayı zorlaştırıyor. Bu durum, uzun vadede küresel deniz seviyesinin yükselmeye devam edeceği anlamına geliyor.NASA’ya göre, deniz seviyeleri şu anda yılda 0,13 inç artıyor ve bu artışın büyük kısmı kutup bölgelerindeki buzulların erimesinden kaynaklanıyor

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
14.03.2025




 

GELECEK NESİLLER İÇİN TEHLİKE

Uluslararası Thwaites Buzulu İşbirliği (ITGC) projesi, ABD ve İngiltere’nin ortak çabasıyla 2018’den beri bu buzul üzerindeki değişiklikleri yakından takip ediyor. ITGC’den glasyolog Kiya Riverman, Thwaites’i “Antarktika’nın can damarı” olarak tanımlıyor ve bu buzul üzerindeki olası zararların küresel etkilerinin büyük olacağını vurguluyor.Riverman, “Thwaites ile zaten bir eşik noktasını geçtik” derken, bu yüzyıldaki dramatik çöküş ihtimalinin azalmasının uzun vadeli etkileri ortadan kaldırmadığını ekliyor. Uzmanlar, iklim değişikliğinin etkilerini anlamaya yönelik daha fazla araştırmanın ve harekete geçmenin gelecekteki nesiller için kritik bir fark yaratacağını belirtiyor.

kaynak:https://nfb75.wordpress.com/2025/03/12/bati-antarktikadaki-thwaites-buzulu-iklim-bilimcilerin-uzun-sureden-beri-yakindan-takip-ettigi-ve-kiyamet-buzulu-olarak-bilinen-kritik-bir-bolge-florida-eyaleti-kadar-buyuk/ 

En azından bir çeşit çikolata yemeyi sevmeyen birini nadiren buluruz. Peki ya bu çikolata ölüm sebebiyse? Ya biraz mutluluk elde etmek için bu kadar tükettiğimiz çikolata zehir ve ölüm sebebiyse? Çikolatanın neden ve nasıl insan ölümüne neden olabileceği. Bu konuyla birkaç dakika duralım

image.png

Ölüm nedenlerinden biri: çok fazla çikolata tüketmek!

image.png

Daha önce de söylediğimiz gibi, nadiren çikolatayı sevmeyen bir insan vardır. İnsanların çikolataya olan sevgisini anlatacak kelime yok. Bazılarımız bir lokmada bir kutu çikolata bile yiyebiliriz. Ama her şeyin bir sınırı vardır. Atasöz şöyle diyor: Her şeyin azı karar çoğu zarar. Çikolata, diğer tüketim malları gibi, makul sınırı aşmadan düzenli olarak yenmelidir. Şimdi soru şu ki, ne kadar çikolata yenirse zehirlenmeye ve hatta ölüme neden olur.

image.png

Ağır karın ağrısı

Bilim adamları, büyük miktarlarda çikolata yemenin yararlarını ve zararlarını belirlemek için birçok çalışma yaptılar. Bu çalışmalardan biri aşırı çikolata yemenin şiddetli karın ağrısına neden olduğunu söylüyor. New York Üniversitesi'nde çalışan Reed Caldwell, belirli bir miktardan fazla çikolata yemenin zehirlenmeye veya ölüme neden olabileceğini söylüyor. Ancak bu orana ulaşmak Mars'a yürümekten daha az olasıdır. Çikolata yeme sınırını aştığınızı varsayalım, en kötü durumda kendinizi şiddetli karın ağrısı olan acil serviste bulacaksınız.

image.png

İdrar söktürücü

Çikolatanın ana maddesi kakaodur. Kakao, alkaloid bir teobromin türü içerir. Teobromin, bitki kökenli bir tür azotlu maddedir. Bilindiği gibi teobromin, tıpkı kafein gibi insan vücudu üzerinde hafif uyarıcı bir etkiye sahiptir. Teobromin ayrıca kan damarlarını açma etkisine de sahiptir. Çok fazla çikolata yemeye bağlı kan damarlarının açılması hipotansiyonda olabilir. Ek olarak, teobrominin idrar söktürücü özelliği vardır. Bu nedenle kısa bir süre de olsa tuvalete daha sık ziyarete neden olur.

Kalp krizi riski

Daha önce de söylediğimiz gibi çikolatanın ana maddesi kakaodur. Kakaonun teobromin içerdiğini söylemiştik. Bu nedenle, aşırı teobromin alımı da insan vücudu üzerinde toksik bir etkiye neden olabilir. Bir kişi küçük semptomların ortaya çıkmasından sonra çikolata yemeyi bırakmazsa, teobrominin damar genişletici, idrar söktürücü ve sindirim etkileri kalp krizine yol açabilir. Bazen kan basıncını düşürmek ve kalp krizi riskini artırmak gibi etkiler ölüme yol açabilir.

image.png

Zehirleyici etki

İnsan vücudunun çikolata yedikten sonra zehirlenme aşamasına gelmesi için belirli miktarda teobromin almış olması gerekir. Zehirlenme sınırına ulaşmak için kilo teobromin başına 1000 mg tüketilmelidir. Örneğin 75 kg ağırlığındaki bir kişi 75 bin mg teobromin tüketirse toksik etkisi vardır. Şimdi soru şu: Her çikolata türünde ne kadar teobromin var?

image.png

Sütlü ve bitter

Her çikolata türünde teobromin miktarını bulmak için yapılan araştırma ve çalışmalara göre sonuçlar şu şekildeydi: sütlü çikolata, bitter çikolataya göre daha az teobromin içerir. Süt ve diğer gıda ürünlerinden yapılan çikolata, gram başına 2,4 mg teobromin içerir. Bitter çikolatada bu oran gram başına yaklaşık 5,5 mg'dır.

image.png

Kaç adet çikolata yemek gerek?

Son olarak, çalışmalar insanlar tarafından tüketilirse zehirlenmeye ve hatta ölüme neden olan çikolata miktarlarını belirlemiştir. Sonuçlar şu şekildeydi: 711 standart sütlü çikolata veya 332 bitter çikolata yemekse, insan vücudu zehirlenmeye ve hatta ölüme maruz kalır. Bu rakamlara ulaşmak çok imkansız gibi görünse de. Ancak günlük ya da tek seferde yediğimiz çikolata miktarını abartmamalıyız. Az, öz tüketim yeterli.

kaynak:https://www.milliyet.com.tr/molatik/bilim/cok-fazla-cikolata-tuketmek-olume-sebep-olur-mu-6697991
 

Bilim adamları son zamanlarda mikroglia aktivasyonunu düzenleyerek travmatik beyin hasarı sonrası iyileşmeyi hızlandıran bir burun spreyi geliştirdiler.

Şu anda, bilim adamları monoklonal antikor bazlı burun spreyi için yeni deneyler yapıyorlar ve bu deneylerin bazı sonuçları ortaya çıktı.Fareler üzerindeki deneylerin sonuçları, sadece burun spreyi kullanarak beyin sarsıntısı geçiren insanları tedavi etme umudunu artırdı. Sonuçlar aşağıdaki gibiydi: burun spreyi, farelerde travmatik beyin yaralanmalarından sonra iyileşmeyi destekledi. Bu sonuç, çeşitli beyin yaralanmalarının tedavisinin geleceği için umutları artırıyor.

TRAVMATİK BEYİN HASARI SONRASI İYİLEŞMEYİ DESTEKLİYOR

Burun spreyi: Beyin yaralanmalarında iyileşmenin anahtarı mıdır?

WhatsApp Görsel 2025-03-14 saat 13.30.05_8ea5a6ca.jpg
WhatsApp Görsel 2025-03-14 saat 13.30.04_ab33fc97.jpg

Travmatik beyin yaralanmaları, beyin harici bir kuvvet tarafından hasar gördüğünde meydana gelir (örneğin, kaza veya güçlü bir yumruk gibi kötü bir müdahale). Bu, mikroglianın aktivasyonuna yol açar. Bu hücreler beynin özel bağışıklık hücreleridir. Bu hücrelerin aktivasyonu, beyinde iltihaplanmayı teşvik eden moleküllerin üretimine yol açar. İnsan vücudu iyileşmeye yardımcı olmak için iltihap üretir. Ancak bu tür iltihaplanma uzun süre devam ederse beyinde ciddi sorunlara yol açabilir.Saef Izzy, Izzy'nın sözcüsü, kendisi tarafından yayınlanan bir açıklamada şunları söyledi: "travmatik beyin yaralanmaları, bilişsel gerileme de dahil olmak üzere önde gelen ölüm ve sakatlık nedenlerinden biridir. Kronik inflamasyonun ana nedenlerden biri olduğunu da sözlerine ekledi. Şu anda travmatik beyin hasarının uzun vadeli etkilerini önleyen bir tedavi yok "diye devam etti Sözcümüz. Son olarak Saef Izzy, Izzy ve ekibinin, nöro-enflamatuar süreci hedefleyen burun spreyi şeklinde mevcut bir antikor kullanarak bu durumu değiştirmeyi hedeflediklerini söyledi.Izzy tarafından yayınlanan araştırmada, ekibin orta ila şiddetli travmatik beyin hasarı olan fare modellerinde furalumab olarak bilinen antikoru test ettiğini söylediler. Sonuçlar, mikroglianın beynin hasarlı hücrelerden kurtulma ve doku bütünlüğünü geri kazanma yeteneğini geliştirdiğini, iltihabın etkilerini azaltan düzenleyici hücreleri aktive ettiğini gösterdi. Furalumab ile tedavi edilen fareler, tedavi edilmeyenlere göre daha fazla iyileşme belirtisi gösterdi.Son olarak, bu sonuçların umut verici olmasına rağmen, aynı sonuçların insanlarda da görüleceğine dair bir garanti bulunmadığına dikkat edilmelidir. İnsanlardan önce hayvanlar üzerinde çeşitli ilaçların denemelerinin yapılması, ilaçların etkinliğini bulmak ve daha sonra insanlar üzerinde yan etkilere neden olmadıklarını doğrulamak için önemli bir aşamadır. Ancak yıllar geçtikçe, çeşitli deneyler, hayvanlar ve insanlar gibi farklı organizmaların farklı ilaçlara farklı tepki verebileceğini kanıtlamıştır. Bazen deneyler hayvanlar üzerinde olumlu sonuçlar verir, ancak insanlar üzerinde tam tersi sonuçlar verir. Son olarak, bu çalışmanın Nature Neuroscience dergisinde yayınlandığından söz ediyoruz.

kaynak:​ https://www.cumhuriyet.com.tr/bilim-teknoloji/beyin-hasarlarinda-iyilesmenin-anahtari-burun-spreyi-olabilir-2308125
 

Eşsiz bir emsalde. Okulun girişinde 200 milyon yıllık bir kayada ilginç bir keşif. Bilim adamlarını şaşırtan bir keşif!

Avustralya'da dinozorların tarihini taşıyan bir okulun önünde sergilenen bir kaya olacağını kim bilebilirdi. 200 Milyon yıllık sır ortaya çıktı. Bilim adamları, Avustralya'daki bir okulun girişinde sergilenen bir kaya parçası üzerinde yaptıkları araştırma ve çalışmaların ardından ulaştıkları sonuçlara şaşırdılar. Kaya, dinozor parkurunun tarihini taşıyor.

Avustralya'nın Queensland eyaleti banana kasabasındaki bir okulun girişinde sergilendikten yıllar sonra, kaya parçası bilim adamlarının dikkatini çekti. Üç parmak izi olan bu taşın sadece basit bir dekoratif obje olduğuna inanılırken yapılan incelemeler şaşırtıcı bir gerçeği ortaya çıkardı. Queensland Üniversitesi'nden Paleontolog Anthony romilio, taşın yaklaşık 200 milyon yıl önce Erken Jura Döneminden dinozor ayak izleri taşıdığını açıkladı

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
13.03.2025

 

image.png

DİNOZORLARIN YOĞUN AYAK İZİ KOLEKSİYONU

image.png

Bu fosil, Avustralya'da şimdiye kadar belgelenmiş en yoğun dinozor ayak izi koleksiyonlarından biridir. Daha önceki tüm araştırma ve kazı çalışmalarından bu yana bölgede dinozorların var olup olmadığı konusunda sonuca varılamamıştır. Bunun nedeni, bölgede fosilleşmiş dinozor kemiklerinin keşfedilmemiş olmasıdır. Bu nedenle, Kaya üzerinde keşfedilen izler dinozorların varlığının belirleyici kanıtı olarak kabul edilir. Romelu, açıklamalarında bu keşfin özellikle önemli olduğunu, çünkü bu fosilin dinozorların o dönemde nasıl hareket ettiğine dair eşsiz bir pencere açacağını söyledi.

MADENCİLER BULDU, OKULA BAĞIŞLANDI

image.png

2002 yılında, Kaya kömür madencileri tarafından keşfedildi ve üzerinde olağandışı işaretler fark ettiklerinde onu bölgedeki bir okula adamaya karar verdiler. Yıllar boyunca hiç kimse bu fosilin gerçek değerini anlayamadı. Okulun girişinde sergilendi. Bazı öğretmenler bunun sadece tam bir kopya olduğunu bile düşündüler. Ancak bilim adamları araştırmalarına başladığında şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkmaya başladı. Yapılan detaylı incelemelerde taş üzerinde 66 ayrı dinozor izi olduğu ortaya çıktı.

HANGİ DİNOZORA AİT?

Bilim adamlarının bu kaya üzerinde yaptıkları araştırmalardan sonra elde ettikleri bulgular, bölgede derinlemesine araştırmalara kapı açtı. İlk olarak bu kaya üzerinde yapılan araştırmalar, bu izlerin kısa bacaklı ve iki ayak üzerinde yürüyen anomoebus scampus adlı otçul bir dinozora ait olduğunu gösterdi. Ayrıca sadece okulda değil çevrede de benzer araştırmalar sırasında benzer dinozor fosilleri bulunmuştur. Örneğin, bir kömür madeninin otoparkında duran devasa bir kaya parçasında da benzer izler bulundu.

Kaynak:https://www.karar.com/teknoloji-haberleri/bilim-insanlarini-sasirtan-kesif-meger-okulda-herkesin-gozunun-1941745 

Gökyüzünde Nadir Bir Buluşma Yedi Gezegen Aynı Anda Görüldü

Garip bir bilimsel fenomen, Güneş sisteminin sekiz gezegeninden yedisi aynı anda görülebilir
Mars, Jüpiter, Uranüs, Venüs, Neptün, Merkür ve Satürn, geçen cuma günü gecesi kısa bir süreliğine aynı anda görülebilecekti. 2040 yılına kadar böyle bir fırsat bir daha olmayacak.
2040 yılına kadar tekrarlanmayacak nadir bir görüşte. Sözde"gezegen geçidi", Mars, Jüpiter, Uranüs, Venüs, Neptün, Merkür ve Satürn'ün temsil ettiği güneş sistemi gezegenlerinin aynı anda görebileceği şekilde oluştuğu yerde meydana geldi. Bilim adamları, bu garip bilimsel fenomeni daha iyi görebilmek için gün batımından sonra gökyüzünü gözlemlemeyi önerdiler.
Bilim adamları, daha önce bahsedilen gezegenlerin özellikle gün batımından sonra çıplak gözle görülebildiğini ancak Uranüs ve Neptün gibi gezegenlerin görülmesi için teleskopa ihtiyaç duyduğunu söyledi. Satürn'ü görmek de zor çünkü ufuk çizgisine yakın olacak. Bilim adamlarının tavsiyelerinden biri de çıplak gözün net görebilmesi için karanlığa alışması için en az yarım saat beklemekti.

Kaynak: Huhalif
https://www.muhalif.com.tr/bilim-teknoloji/mars-jupiter-uranus-venus-neptun-merkur-ve-saturn-bu-gece-ayni-anda-gorulebilecek/702364

c1dbc867-dfd7-4e9c-8f3e-1cc1463bbd93.jpg
Ekran görüntüsü 2025-03-10 205314.png

SpaceX’in Starship Roketi Sekizinci Testinde Havadayken Parçalandı

Starship roketi 8. havada parçalandı ABD Federal Havacılık İdaresi, SpaceX 8 uzay aracı roketinin kazasını araştırıyor. Spacex'ten roketin test lansmanında . Bu sefer kalkıştan on dakika sonra roketle teması kesildi. Motorları durdurduktan sonra roket havaya çarptı ve yere düştü. Test başarılı olursa, roketin Hint Okyanusu üzerinden inmesi gerekiyordu, ancak Florida'ya indi. Roket yaklaşık 150 km'ye ulaştı. ABD makamları olayın koşullarını öğrenmek için soruşturma başlattı. SpaceX, çıkış motorunun ateşlenmesi sırasında planlanmamış hızlı bir sökme işleminin gerçekleştiğini söyleyen ilk bir bildiri yayınlamıştı. Açıklamada ayrıca güvenlik yetkililerini uyardığını da doğruladı. Bu olay nedeniyle yetkililer, roketin enkazı nedeniyle oluşabilecek diğer kazaları önlemek için uçuşları bir süre askıya aldı. Belki de kayıpları azaltan şey, uzay aracının sahte uydular taşıdığıdır. Bu deneyin amacı, bu sahte uyduları uzaya ulaştırmaktı. Bu uydular, fırlatıldıktan kısa bir süre sonra Dünya'ya dönmeleri gerektiği için Starlink internet uydularına benzer. Bu, Spacex'in uzaya roket fırlatmayı ilk kez başaramadığı bir durum değil. Bu aynı füzenin sekizinci testi. Fırlatma arızasının motor arızası, patlama ve teknik sorunlar dahil birçok nedeni vardı. Bu deneyler, bu uzay aracını gelecekte ay ve Mars'taki görevler için kullanmanın temel dayanağıdır.

Kaynak: Muhalif
https://www.muhalif.com.tr/bilim-teknoloji/starship-roketi-8-test-ucusunda-havada-parcalandi/702757

1d67e50e-2027-4487-abeb-1cbe0d884bde.jpg
Ekran görüntüsü 2025-03-10 210244.png
image.png

İSPANYA: BATI AVRUPA'DA BULUNAN EN ESKI INSAN KALINTILARI

Bilim adamları ve araştırmacılar, 1,1 ila 1,4 milyon yaşında olduğu söylenen batı Avrupa'daki en eski insan kalıntılarını bulabildiler. Bu kalıntılar, İspanya'nın kuzeyindeki Burgos'un Atapuerca bölgesinde bulundu.

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
13.03.2025

 

Atapuerca'da çalışan İspanyol bilim adamları Nature dergisinde yaptıkları kazılardan ve bulgularından bahseden bir makale yayınladılar. Bilim adamları, 1,1 ila 1,4 milyon yıl öncesine ait bir yüz kemiği fosilinin, şu anda Avrupa'da "Homo erectus" olarak sınıflandırılan yeni bir insan türüne karşılık geldiğini belirttiler.Bilim adamları, bu sonucun Batı Avrupa'da erken Pleistosen döneminde en az iki tür hominidin var olduğunun göstergesi olduğunu söylüyorlar.Bilim adamları ve araştırmacılar tarafından bulunan tüm kanıtlar, batı Avrupa'daki insan yerleşimlerinin en eski kanıtlarının Atapuerca bölgesinde bulunduğunu doğrulamaktadır.Atapuerca'nın La Gran Dolina bölgesinde yaklaşık 860 bin yıl öncesine dayanan en eski fosillerin keşfi 1994 yazına kadar uzanıyor. Homo antecessor adlı yeni bir türün altı bireyinin (iki çocuk, iki ergen ve iki yetişkin) kalıntılarının bulunduğu bu keşif, bilim adamları tarafından tarihi olarak tanımlandı.Arkeologlar, insanların ilk olarak en az 1,8 milyon yıl önce Avrasya'ya yerleştiğine inanıyor.

Kaynak:https://gazeteoksijen.com/bilim-ve-teknoloji/ispanyada-bati-avrupadaki-en-eski-insan-kalintisi-bulundu-237164
 

İki buçuk yıllık bir dejenerasyondan sonra. Çünkü bu fenomen en son yaklaşık iki buçuk yıl önceydi. Bu gece, Perşembe gecesi, insanlar sözde Kanlı Ayı görebilecekler. Ay gökyüzünde kırmızıya dönecek.

Kanlı ay bu gece gökyüzünde görülebilir.

image.png

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
13.03.2025

 

Türünün eşsiz estetik fenomenlerinden biri olarak. Bu gece, Perşembe gecesi, Mart ayının onüçüncü gecesi. Son olaydan yaklaşık iki buçuk yıl sonra. Ay kanlı bir aya dönüşmeye hazırlanıyor. Bu gece insanlar gökyüzündeki Kanlı Ayı izleyebilecekler. Kanlı ay bilimsel olmayan bir terimdir, ancak insanlar arasında en yaygın kullanılan terimdir. Bilimsel olarak ay tutulmaları ile ilişkili bir olgudur. Ay, dünyanın gölgesinde kırmızıya dönecek.

Kanlı Ay’ın Nadirliği

Genellikle on yıllık bir süre boyunca aynı yerden dört ila beş toplam ay tutulması görülebilir. Ve Sciencealert’ın haberine göre, bu olay gökyüzü gözlemcileri için harika bir fırsat. Bu olayı bekleyen sadece bilim adamları ve araştırmacılar değil. Ve arka arkaya dört ay tutulmasının meydana gelmesi çok nadir olduğu için. Kanlı ayın gözlemlenmesi harika bir olay olarak öne çıkacak.

Kanlı Ay Neden Kırmızı Görünür?

Ay tutulması, dünya güneş ile ay arasına düştüğünde meydana gelen bir olgudur. Dünyanın gölgesinin ay'ı kararttığı yer. Bununla birlikte, Dünya'nın atmosferi belirli miktarda ışığın geçmesine izin verir. Ve bu ışığın geçişi ile atmosferdeki gazlar kırılır. Havadaki parçacıklar dağılırken ve mavi dalga boylarıyla temsil edilen kısa dalga boyları yaymak yerine, daha uzun kırmızı dalga boyları yayılma eğilimindedir. Ve bu, ay tutulması sırasında gördüğümüz kırmızı görüntüyü oluşturur. Dünya'nın oluşturduğu gölgenin konisinin kenarlarında pas rengi bir parıltı belirir ve ay kırmızıya döner.

Kanlı Ay Ne Zaman Görülecek?

Ay, Dünya ile ilişkili bir gezegendir. Ay'ın dönüş yolu Dünya'nın etrafındadır. Ay, Dünya'nın gölgesi bölgesinden yılda sadece birkaç kez geçer. Bu, ayın küçük boyutundan ve Dünya'ya yakın olmasından kaynaklanmaktadır. Ek olarak, ayın yörüngesi Dünya'ya göre hafif eğimli bir açıya sahiptir. Böylece, Dünya atmosferinden geçen kırmızımsı ışık ay'ın yüzeyine ulaştığında, bu kırmızımsı ışık ay'a garip bir kızarıklık verir.Nadir Bir Olay: Süper Mavi Kanlı AyNASA tarafından da duyuruldu. Bazen "süper mavi kanlı ay" adı verilen nadir bir olay da meydana gelebilir. Bu, süper ay ve kanlı ay fenomeni aynı anda meydana geldiğinde ve gökyüzünün daha dramatik bir görünümünü sunduğunda olur.

Kaynak:

Çinli Bilim İnsanları Antarktika’da Yeni Bakteri Türleri Keşfetti

Çinli bilim adamları Antarktika'da bakteri arıyorlar
Çin Kutup Araştırma Enstitüsü'nden araştırmacılar, araştırmanın sonuçlarının Antarktika'da 6 yeni cins ve yedi yeni bakteri türünün keşfiyle sonuçlandığını açıkladı.
Çin'in Antarktika'ya yaptığı keşif araştırmasının sonuçları nihayet gün ışığına çıktı. Araştırma Çin araştırma merkezi tarafından gerçekleştirildi. Antarktika'ya birçok gezi yaptıktan sonra araştırmacılar, 3.500'den fazla polar mikroorganizma türünün "muhafazasını standartlaştırarak" 185 cinsten yaklaşık 30 bin örnek topladılar. Rapor, araştırmacıların 7 yeni bakteri türü ve altı cins keşfettiğini ve bu keşfin biyolojik genetik ve cinsiyet çeşitliliği ile ilgili araştırmalar üzerindeki etkisi açısından önemini vurguladığını belirtti.

Kaynak: Karar
https://www.karar.com/teknoloji-haberleri/cinli-arastirmacilar-antarktikada-6-yeni-bakteri-cinsi-kesfetti-1940357

Ekran görüntüsü 2025-03-10 211401.png
Ekran görüntüsü 2025-03-10 211432.png

Kan örneklerinin incelenmesi: sonuçlar ve analiz: bireyler arasındaki yaşa göre değer farkı.

90 Yaş üstü bireylerin kan örneklerinin incelenmesinin sonuçları, daha kısa ömürlü akranlarına kıyasla farklı değerlerin sonuçlarında farklılık göstermiştir.

Elbette bu çalışma, yalnızca İsveç nüfusunun bir örneği için yapılan bir çalışma olduğu için dünyanın tüm ülkelerine genelleştirilemez. Ancak dünyanın farklı bölgelerinde başka araştırmalar yapmak ve bazıları arasındaki sonuçları karşılaştırmak için örnek veya hammadde olarak kullanılabilir. Bu çalışmada İsveç'teki Karolinska Institutet Üniversitesi'nden epidemiyologlar, 90 yaşından sonra uzun süre yaşayan bireylerin kanlarını inceleyerek önemli belirteçler keşfettiler.

Biyobelirteçler, daha kısa ömürlü insanların kanında bulunan özelliklerle karşılaştırıldı. Çalışma, sağlık kontrolü yapılan 64 ila 99 yaşları arasındaki 44.000 İsveçlinin verilerini içeriyordu. Katılımcılar daha sonra yaklaşık 35 yıl boyunca veriler üzerinde takip edildi. Bu insanların yüzde 2,7'si yani 1224'ü 100 yaşına kadar yaşadı. Yüz yaşın üzerindekilerin yüzde 85'i kadındı.

Glikoz ve ürik asit düzeylerinde düşüş
Yüz yaşına ulaşmış kişilerden alınan kan örnekleri üzerinde yapılan bir çalışmada, Altmışlı yaşlardan itibaren vücutta glikoz, kreatinin ve ürik asit seviyelerinin azalmaya başladığı kaydedildi. Öte yandan araştırmacı Karin Modig, "kolesterolü ve demir seviyesi en düşük olan kişilerin 100 yaşını görme şansı daha düşük" dedi. Bir yandan glikozdaki azalma insanların yaşını olumlu yönde etkilerken, diğer yandan insan vücudundaki demirdeki azalma insan yaşını olumsuz yönde etkiler.

Kaynak: Gazeteoksijen
https://gazeteoksijen.com/bilim-ve-teknoloji/90-yas-ustu-bireylerin-kanlari-incelendi-degerler-daha-kisa-omurlu-akranlarindan-farkli-cikti-237030

007846f9-c03b-428c-9865-160939ff0323.jpg
889dd7b3-47ad-4498-b2b2-9cfdc522a5d4.jpg

Yaşam bilimleri alanında çalışan araştırmacılar için bağımsız laboratuvarlar.

Türkiye'de TÜBİTAK, yaşam bilimleri alanında çalışan araştırmacıların kendi bağımsız laboratuvarlarını kurmalarına destek olacak bir programın uygulanmasından sorumlu olacaktır. Bu program, Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü tarafından Türkiye'deki ve Çek Cumhuriyeti, Estonya, Hırvatistan, Karadağ, Litvanya, Polonya ve Portekiz gibi diğer bazı Avrupa ülkelerindeki yetenekli genç bilim insanlarını desteklemek amacıyla başlatılmıştır.

TÜBİTAK Türkiye'nin gelişmekte olan ülkelerde yaşayan ve kaynak yetersizliği çeken yaşam bilimleri alanında yetenekli genç bilim insanlarını desteklemek amacıyla Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü ile işbirliği yaptığı proje, kendi bağımsız laboratuvarlarını kurarak çalışmalarının ve bilimsel araştırmalarının devamını sağlamayı amaçlamaktadır.
Elde ettiğimiz bilgilere göre TÜBİTAK, Türkiye'deki Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü'nün yönetimi aracılığıyla yaşam bilimleri alanında çalışan bilim insanlarına destek olmak için çeşitli burs programları vermiş ve vermeye devam etmektedir.
Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Moleküler Biyoloji Kongresi, üye ve işbirliği yapan ülkeler tarafından finanse edilen bu programlar aracılığıyla araştırmacılara hibe, dolaşım ve bilimsel ağ desteği de sağlamaktadır.

Türkiye her zaman gelişmekte olan ülkelere ve genç bilimsel enerjilere verdiği destekle öne çıkmıştır. Yerleşim destek programı 2006 yılında Türkiye öncülüğünde Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü'nde başlatılmıştır. Destek, Çek Cumhuriyeti ve diğer ülkeler gibi örgüte bağlı bazı gelişmekte olan ülkelere yönlendirildi. Destek, özellikle kendi araştırma laboratuvarlarının kurulmasına katkıda bulunarak çalışmalarının ve bağımsızlıklarının devamını sağlamak için Yaşam Bilimlerindeki yetenekli genç bilim insanlarına ve uzmanlara yönelikti.
Programın 2007 yılında başlatılmasından bu yana bu destekten 43'ü sadece Türkiye'de laboratuvarlarını kuran 159 genç araştırmacı yararlanmıştır.

Nitelikli araştırmacılara yıllık desteğin yılda 50 bin avro olduğu tahmin ediliyor. Araştırma faaliyetleri için üç ila beş yıl arasında destek sağlanmaktadır. Türkiye için TÜBİTAK yıllık 35 bin Euro ödüyor ve tutarın geri kalanı ilk üç yıl Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü tarafından güvence altına alınıyor. Dördüncü ve beşinci yıllara gelince, mali destek yalnızca TÜBİTAK aracılığıyla olacaktır.
Araştırmacılar bu hibelerin yanı sıra yıllık 10 bin Euro'luk ek hibe başvurusunda bulunabiliyor ve Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü'nün genç araştırmacı programında yer alan tüm fırsatlardan yararlanabiliyor.
Tüm araştırmacılar böyle bir destek alamaz. Başvuru sahiplerinin öncelikle karşılaması gereken şartlar vardır: Başvuru sahiplerinin yerleştirme desteğine katılan ülkelerde son iki yıl içinde bir araştırma laboratuvarı kurmuş olmaları gerekmektedir. Veya bu ülkelerdeki bir Üniversitede / Enstitüde tam zamanlı Grup liderliği pozisyonu için mülakat yapıyorlarsa;  Doktora derecelerini başvuru tarihinden dokuz yıldan fazla bir süre önce almış olmaları ve son dört yıl içinde başvurunun yapılacağı ülkeden farklı bir yerde en az iki yıl geçirmiş olmaları gerekir.
Son olarak, destek başvurularının 15 Nisan'a kadar doğrudan Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü'nün başvuru sistemi aracılığıyla yapılabileceğine dikkat edilmelidir. Başvuru sahipleri 29 Ekim'de çevrimiçi olarak görüşülecek.

Kaynak: T24
https://t24.com.tr/haber/yasam-bilimleri-alaninda-calisan-arastirmacilara-bagimsiz-laboratuvar-kurma-destegi,1224821

"Demli çay" çevre için faydalı mı?

Ekran görüntüsü 2025-03-12 235728.png


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bilim adamları ve mavi balina bebeklerinin sırrı

Bilim adamlarının nihayet Mavi Balina yavrularını görmenin neden nadir olduğunun gizemini çözdüklerini söyleyebilir miyiz?
Bilim adamlarının Mavi Balina yavrularının nadir görülme nedenini anlamalarındaki bu gelişme, Nesli Tükenmekte Olan Türler için daha iyi koruma sağlayabilir. İnsanlık tarihinin tamamında, her ikisi de onlarca yıl öncesine dayanan, dünyanın en büyük hayvanının doğum yaptığı kaydedilen yalnızca iki vaka olmuştur.
Mavi balinaların okyanuslarda sayıları binlere ulaşabilen büyük popülasyonlarda yaşadığı bilinmektedir. Birçok deniz hayvanının aksine mavi balinalar canlı hayvanlardır, yani genç balinaları doğururlar ve yumurta bırakan diğer deniz hayvanları gibi değildirler. Bu dev memeliler her iki ila üç yılda bir doğum yaparlar. Ancak bu doğumlar çok gizlice gerçekleşir ve genç balinalar nadiren görülür. Mavi balinalar arasında hamilelik oranları yüzde 33 ile yüzde 50 arasında değişen yüksektir, ancak mavi balina anne ve yavrusunu birlikte görmek nadirdir. Birlikte, ortalama% 3,1'lik bir görünürlüğe sahiptirler.
MAVİ BALİNA YAVRULARI NEDEN GÖRÜLMÜYOR?
Bilim adamları, Mavi Balina yavrularının nadir görülmesinin çeşitli nedenleri hakkında spekülasyon yaptılar. Bu nedenler şu şekilde düzenlenmiştir: düşük fetal sağkalım oranı, düşük yavru sağkalım oranı, düşük doğum oranları ve anneden ayrılma, çok az yavru görmenin olası nedenleridir ve bu, bilim adamlarının bu balina türünün hayatta kalması ve devamı ile ilgili endişelerin varlığı için alarm vermesine neden olan şeydir.
Bilim adamlarının Mavi Balina yavrularını görmemelerinin nedenlerinden bahseden iki çalışma var: akademik dergide yayınlanan yeni çalışma Nesli Tükenmekte Olan Türler Araştırması, Mavi Balina yavrularının neredeyse hiç görülmemesinin temel nedeninin araştırmacıların hayvan topluluklarını incelemek için yaz mevsimini tercih etmeleri olabileceğini söylüyor. Washington Üniversitesi'nden ortak yazar Trevor Branch, ikinci nedenin Mavi Balina Yavrularının sonbahar ve kış aylarında doğması ve beslenme alanlarına dönmeden önce sütten kesilmesi olduğunu söylüyor.
Mavi balinalar yaz aylarında Kaliforniya açıklarındaki gibi krilin bol olduğu daha soğuk bölgelerde beslenmek için göç ediyor. Kışın doğum yapmaya hazır olduklarında Kaliforniya Körfezi ve doğu tropikal Pasifik gibi daha sıcak bölgelere geri dönüyorlar.
Balina yavruları genellikle doğumdan 7 ay sonra sütten kesilir, çünkü 16 metreden uzun yavrular sütten kesilir ve anneleriyle ilişkileri kesilir. Branch, "Mavi balinalar yavrularını yazlık beslenme alanlarından ayrıldıktan kısa bir süre sonra doğurur ve dönmeden hemen önce 7 ay sonra sütten kesilir" diye ekliyor. Bu, özellikle araştırmaların çoğu yaz mevsiminde yapıldığı için bilim adamlarının neden balina yavrularını anneleriyle birlikte gördüklerini açıklıyor.
Bu nedenle Dr. branch, mavi balina yavrularını görmenin nadirliğini, saha çalışmaları yapmak için doğru zamanı seçme hatasına bağladı. Çoğu bilim adamı yaz araştırmalarını tercih eder çünkü yapması kolaydır. Ve bunun nedeni, bu balinaların yavrularının düşüşte olması veya neslinin tükenme tehdidi altında olması değil. 
Teorisinin geçerliliğini kanıtlamak için Dr. Branch, saha çalışmalarından elde edilen verileri ve önceki balina avcılığı kayıtlarından elde edilen biyolojik bilgileri birleştirdi ve değerlendirdi. Analiz, kışlama alanlarında tespit edilen yavruların yüzdesinin daha yüksek olduğunu ortaya koydu.
Dr. Branch, "Sonuçlarımız, mavi balina annelerinin yavrularını Yazlık alanlardan döndükten hemen sonra doğurduklarını ve döndüklerinde sütten kestiklerini doğruluyor" diyor.
Son olarak, tüm çalışmalar, kış ve ilkbaharda mavi balinalar üzerinde yapılan saha çalışmaları sırasında daha fazla sayıda yavru görülebileceği sonucuna varmıştır.
Dr. Branch, "Yaz beslenme alanları için kavramsal model, Güney Yarımküre'de kasımdan şubata ve Kuzey Yarımküre'de mayıstan ağustosa kadar mevsim ilerledikçe hızla azalan oranlar öngörüyor" diyor.
Deniz biyoloğu bu fikri her bölgede aylara göre saha verileriyle ve aylara göre yavru büyüklüğü tahminleriyle test etmeye hazırlanıyor.

Kaynak: Cumhuriyet
https://www.cumhuriyet.com.tr/bilim-teknoloji/bilim-insanlari-mavi-balina-yavrularinin-sirrini-cozmus-olabilir-2308133

8f4ae6b2-026d-4d8c-bc08-22846bc7a78c.jpg

Bilim Adamları ve Mavi Balina Bebeklerinin Sırrı

379a68ba-70c4-4be3-b363-4b005932dac4.jpg
Ekran görüntüsü 2025-03-13 001019.png

Bilim İnsanlarından Elon Musk’ın Starlink’i ve diğer projelerin devamlılığı yok açıklaması!

Bir grup bilim insanı, Elon Musk’ın Starlink’i gibi uydu projelerinin sürdürülebilir olmadığını açıkladı.

 


 

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) ile Birmingham Üniversitesi bünyesinde çalışmalarını sürdüren bir grup bilim insanı, en çok da milyarder iş insanı Elon Musk’ın canını sıkacak bir makale yayınladılar. Nature Sustainability’de yayınlanan makale, Starlink gibi projelerin sürdürülebilir olmadığı konusunda dikkat çekici bir uyarıda bulunuyor. 

Webtekno’nun aktardığına göre “Sera Gazları, Alçak Dünya Yörüngesinin Uydu Taşıma Kapasitesini Azaltıyor” başlıklı makalede küresel ısınmanın atmosfere olan etkisinden bahsediliyor. Küresel ısınma nedeniyle alt yörünge olarak da bilinen termosferin soğumaya başladığına atıfta bulunan bilim insanları, bunun devam etmesi durumunda bu atmosfer katmanının uydu taşıma kapasitesinin iyiden iyiye düşeceğini söylüyorlar.

TERMOSFERİN UYDU TAŞIMA KAPASİTESİNİN DÜŞÜŞÜ STARLİNK TARZI PROJELER İÇİN RİSK Mİ?

Yeryüzünden 90 ila 500 kilometre yüksekte olan termosfer, bugün uzay çöplerinin ve alçak yörünge uydularının yoğun olarak bulunduğu bir yer. Hatta Uluslararası Uzay İstasyonu da bu katmanda bulunuyor. İşte burada başıboş dolaşan uzay çöpleri, sürtünme ve çarpışmalarla zaman içerisinde daha küçük parçalara ayrılıyorlar. Bilim insanları, küresel ısınmanın termosferin yapısını değiştireceğine ve bunun da bazı olumsuz sonuçları olacağına inanıyorlar.

Uzmanlara göre küresel ısınma nedeniyle artan karbondioksit miktarı, üst atmosferin soğumasına neden olacak. Bu da termosferin kütle yoğunluğunda düşüşe yol açacak. Termosferdeki kütle yoğunluğunun azalması da sürtünmeyi düşürecek. Ve en son aşamada da sürtünmenin azalması, uzay çöplerinin daha uzun süre termosferde kalmalarına neden olacak. İşte bu da Starlink gibi projeler için çok büyük risk demek.

2100 YILINA DOĞRU UYDU TAŞIMA KAPASİTESİ, YÜZDE 66’YA KADAR GERİLEYECEK

Bilim insanları, makalelerindeki iddiayı desteklemek için bir dizi karbondioksit emisyonu senaryosu modellediler. Ortaya çıkan sonuçlar ise gerçekten çarpıcıydı. Zira oluşturulan modellere göre 2100 yılına kadar olan süreçte Dünya’nın 200 ila 1.000 kilometre üzerindeki bölgenin uydu taşıma kapasitesi, yüzde 50’den yüzde 66’ya kadar azalacaktı. Uzmanlar, tam da buradan yola çıkarak Starlink gibi projelerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini söylüyorlar.

Tabii burada şöyle bir husus da var. Uzay teknolojileri geliştiren şirketler, uzay çöplerinin ve termosferin durumunun farkındalar. Hatta bundan kaynaklı olarak uyduların uzay çöplerinden kaçınmasını sağlayacak çarpışma engelleyici sistemler üzerinde de çalışmalar devam ediyor. Tüm bu çalışmaların bir işe yarayıp yaramayacağını ise zaman gösterecek.

Kaynak: Kardeş Site
https://birtiktagundemm.wordpress.com/2025/03/12/bilim-insanlarindan-elon-muskin-starlinki-ve-diger-projelerin-devamliligi-yok-aciklamasi/

MUHAMMED ALİ CEBBULİ
BİLİM VE KÜLTÜR EDİTÖRÜ
10.03.2025

 

Slide Title

This is a Paragraph. Click on "Edit Text" or double click on the text box to start editing the content.

bottom of page